Salı, Haziran 9

7 Haziran 2015 Genel Seçimleri

Çok uzun zamandır yazmıyordum -Zaytung haberindeki gibi; Joffrey öldüğünden beri içimin yağları bu kadar erişmemişti hem ondan hem de AKP'ye gönül vermişlere bir cevap olsun diye yazayım dedim.

Haziran ayında yapılacak seçimler için Nisan ayından itibaren hem Ahmet Davutoğlu hem de Recep Tayyip Erdoğan nereye baksak oradaydılar. Afişlerde, flamalarda, araç giydirmelerinde, tv'lerde, reklamlarda, başbakan gündem özellerde, cumhurbaşkanı gündem özellerde, açılışlarda hatta evimin önünde (26 Mayıs 2015 Çekmeköy Nikah salonu açılışı).

2 yıl önce ilk darbesini aslında Gezi Parkı direnişinde almıştı Erdoğan. İşte o zaman Rocky Balboa'nın Ivan Drago'nun kaşını açtıktan sonra "insanmış" deyip maçı kazanacağını anlaması gibiydi. O kışlayı oraya yaptırmadık.

Sonra can ciğer kuzu sarması Fettoşu ile ayran içtiler ayrı düştüler. Dersane kararı ile ters düştüler ve 2002'den (hatta daha da öncesinden) 2013'e kadar tüm kadrolara sahip, tüm devlet imkanları seferber edilmiş "hizmet hareketi" oldu sana "paralel yapı". İşin içinde para olunca herkes birbirinin ipliğini pazara çıkarmaya başladı, daha bir kaç ay öncesinde Erdoğan, Gülen'e ülkene dön çok özledik derken, sonradan kırmızı bülten'ler çıkarılmaya çalışıldı. 23 Nisan'lar itibarsızlaştırılırken, "Türkçe Olimpiyatları" şölenlere dönüştürülmüştü, son iki yıldır yapılmıyor o olimpiyatlar...

4 bakan ve oğulları, başbakan Erdoğan ve ailesi hakkında kasetler çıktı, baskınlar oldu 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları başladı. Bilal oğlan Mısır pasaportu ile yurt dışına kaçtı ve tüm belgeler yok edilip, tüm savcılar susturulduktan sonra Bilal geldi babasının arabasıyla ifade verdi.

Polis baskınlarında ayakkabı kutuları içinde paralar, para sayma makineleri vs. çıktı yandaş medya paraları polislerin yerleştirdiğini iddia etti, sonra mecliste soruşturmaya gerek yoktur kararı çıktı ve paralar iade edildi. Polisin parasını da aldılar bu durumda...

Cumhurbaşkanı oldu bu arada Erdoğan ama fiilen başbakanlığı da bırakmadı alenen suç işledi ama takabilen olmadı. Hamamböceği çıkıyor diye başbakanlık ofisi yerine 1150 odalı saray yaptırmıştı ama cumhurbaşkanı olunca köşkü oraya taşıdı. Davutoğlu böcekli yerde kaldı.

Başkan olacam dedi 400 vekil istedi ama parti adı vermedi yansız cumhurbaşkanı. HDP'ye de hodri meydan dedi hadi bakalım siz de girin seçimlere dedi. Planlarında %10 barajını geçemeyecek HDP üzerinden alacağı bedava 50-60 vekil vardı ve anayasayı değiştirmeye yetecek diyordu. Selahattin Demirtaş "seni başkan yaptırmayacaz" çıkışı ile benim gönlümü fethetti.

HDP'nin barajı geçmesi için büyük illerden oy alması gerekiyordu ve İstanbul ve İzmir'den aldıkları oylarla 80 vekil çıkardılar.

Olan bundan sonra oldu. Milli irade, demokrasi sandıkta olur sokakta eğil, yolsuzluklar paralel darbe girişimi, kasetler montaj darbe girişimi diyenler sandıkta %40,8 ile 258 vekil çıkarınca çıldırdılar. Özellikle seçmenleri çıldırdı, yaklaşık 5 yıldır süren "çözüm süreci" - "imralı" - HDP terimlerini ilk defa duyuyor gibi oldular. Hapisteki teröristi muhatap alıp çözüm süreci başlatan, dağdakileri ülkeye davet edip çadır mahkemelerle anında serbest bırakan, Barzani'ye "Türkiye seninle gurur duyuyor" sloganı attıran, Şivan Perwer ile İBO'ya düet yaptıran sanki benmişim gibi davranmaya başladılar. Adımız PKK'lıya çıktı haine çıktı.

Benim kime oy verdiğim kimseyi ilgilendirmez ama ben HDP'ye verdim. Ben kimse saçma sapan bir savaşın kurbanı olsun istemiyorum. Çözüm sürecinin amacı da bu değil miydi? Ben silahla değil diyalogla siyasetle çözüm aransın istiyorum. PKK değil meclistekiler HDP. Ve siz de biliyorsunuz ki uzun adam HDP ile zaten işbirliği içindeydi çözüm sürecinde, ben de bu sürece destek veriyorum işte kaşıntının sebebi ne tam olarak?

AKP-HDP ile çözüm süreci yürütürken iyi ama biz seçmen olarak HDP'yi meclise sokunca kötü (ki fiili olarak zaten meclisteydiler sadce milletvekilleri azdı).

Ve bunca devlet imkanına rağmen, bunca haksızlığa rağmen, bunca hırsızlığa rağmen* %40,8 alabildiler ya sıkıntı bu işte hazmedemediler, korkuyorlar. Biliyorlar ki artık çok sevdikleri hırsızlar dokunulabilecek.

Bir tablo paylaşayım;
2011-2015 seçim karşılaştırması.
2011 geçerli oy sayısı 42 milyon civarı
2015 geçerli oy sayısı 45 milyon civarı
3 milyon yeni oy var kenarda dursun şimdilik.

AKP 3 milyon oy kaybetmiş,
CHP sabit kalmış,
MHP 2 milyon oy kazanmış,
Bağımsız = HDP diyebiliriz 3 milyon oy kazanmış.
SP-BBP yaklaşık 1 milyon oy aldı

AKP'nin 3 milyon oyunun 2 milyonu MHP'ye gitmiş olsun, kalan 1 milyon hala HDP'ye gitmiş görünüyor bu durumda 3 milyon fazla oyun da 2 milyonunu  HDP'ye gittiğini düşünelim kalan 1 milyon da SP-BBP ikilisine.

Diğer ihtimal;
3 milyon fazla oyun 2 milyonu MHP'ye, 1 milyonu da SP-BBP'ye (oy vermeyenler tepki oyları bu çok daha akla yatkın)
AKP'nin 3 milyon oyu da HDP'ye.

Ki zaten kitlesel oyların büyük çoğunluğunu din siyaseti yapabildikleri doğu ve güneydoğuda kaybettiler. AKP'nin elinde iç anadolu, karadeniz ve büyük şehirlerdeki para babaları ve onların yanında çalışanlar kaldı. HDP dindarların oylarını topladı. İstanbul ve İzmir'den de emanet oy aldılar ve bu sayı 500bin civarıdır.

Eskiden çoğunluktunuz, artık azınlıksınız. %60 seçmen AKP'yi istemediğini beyan etti.

Yani demem o ki, "az eş uz eş boyunca eş".  Seni başkan yaptırmadık.

*Yerel seçimlerde elektrikler gitmişti, sonra oylar çalındı, Oy ve Ötesi sandık sandık başında durdu ama yine de Ankara hile ile AKP'ye gitti. Bu seçimlerde ise plakasız araçlar türedi ve bu araçlar polislere ait çıktı. Seçmenler bu araçlar ile oyların kaçırılacağını düşünmüşlerdi ama olay bambaşkaydı. Bilindiği üzere mürekkep oy verenler işaretlenirdi, bu kaldırıldı AKP ile, ve polisler de görevli oldukları için istedikleri sandıkta sadece kimlik gösterip oy verebiliyorlar, seçim günü twitter üzerinden bir kaç tane aynı okulda 3. sandıkta yakalandı gibi haberleri görmüşsünüzdür.
İşte oy böyle çalınıyor, işte oy pusulaları bu sebeple seçmen sayısının 2 katı kadar basılıyor...

Çarşamba, Aralık 19

Bölgenin Süper Gücü

Türkiye, başbakanının defalarca dile getirdiği bölgenin süper gücüyüz, IMF'ye bile borç verecek bir ekonomimiz var, önümüz Allah'ın izni ile çok açık vs. gibi demeçler ile uyutuladursun, dün bu ülkenin otoyolları satıldı.

Koç-Ülker-UEM ortaklığı 5,7 milyar dolara 25 yıllığına otoyol ve köprüleri aldı. Bir ülke düşünün ki yollarını satışa çıkarsın ve başbakanı hala şöyle zenginiz böyle zenginiz deyip dursun ve o ülkenin halkı da hala uyumaya devam etsin.

Sadece İstanbul'daki iki köprünün kârı yıllık 500 milyon lira civarı, yani yaklaşık 280 milyon dolar; yani 20 yılda sadece köprünün karı üzerinden (burada işletmecinin bu süre zarfında zam yapmayacağını varsayıyorum) amorti ediyorlar. Geri kalan 5 yıllık kar ile de gelecek nesillerini doyururlar sizin, benim paralarımızla.

İşin diğer boyutu ise iki köprü dışında bu ülkede 1975 km otoyol var ve bunların üzerlerindeki tesislerin işletmeleri de bu ihalenin içinde. Yani adamlara diyorlar ki buyrun istediğiniz şekilde peşkeş çektik yiyin siz, nasılsa hesap soran yok.
 
Ödeme planı da 5 yıllık taksitlendirme ile yapılacakmış. Bu arada dünden beri Koç ve Ülker'in borsada hisseleri tavan yaptı. Ülker'in hükümete yakınlığını bilmeyen yoktur herhalde...

Yakın zamanda da Spor Toto satılacakmış 10 milyar dolar gelir bekleniyormuş.

Şimdi madem zenginiz neden mal satıyoruz (ayrıca neden dolar ile?), yok devlet küçülsün halkına böylece zorunlu hizmetleri daha düzgün verir ise amaç, ben herhangi düzgün bir hizmet göremedim 10 yıldır satılmayan şey kalmadı.

Sonrasında ise sıra okullara, hastanelere, hapisanelere, demiryollarına gelecektir. Yani sosyal devlet olma ilkelerinin ana hatları olan sağlık, eğitim, ulaşım üçlüsünü elden çıkaracaklar. Geriye korkuya dayalı bir polis devleti kalacaktır. Ki halihazırda o polis devletinin ayak sesleri dün ODTÜ'de de kendini gösterdi.

Bu arada tamamen zarar ziyan dışında bir işe yaramayan Diyanet İşleri Başkanlığı (yıllık zararı milyar liraya yakın) olduğu gibi duruyor hatta bütçesi artırılıyor.

Bir önceki yazımda ülkeyi terketmenin eşiğinde olmaktan bahsetmiştim. O eşiği aştık artık. Fırsatını bulduğum an sizleri padişahınızla bırakıp gideceğim.


Salı, Eylül 25

Ülkeyi Terk Etmenin Eşiğinde Olmak

Devlet'in asli görevi nedir? Vatandaşının refahını sağlamak, can ve mal güvenliğinden sorumlu olmak, eğitim, sağlık, ulaşım gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaktır.

Bu ülke 1980'de bir dönemece girdi, bir darbe yapıldı bu ülkede okumak yasaklandı. Kitaplar yakıldı, okuyan düşünen kim varsa fişlendi, sorgulandı, işkencelere maruz kaldı. Askeri rejim hayatı, düşünmeyi baltaladı. Sonrasında da gelen hiç bir hükumet bu izleri temizleyemedi. Toplum okumamaya, kulaktan dolma bilgilerle hayatı algılamaya, sorgulamamaya, baş kaldırmamaya başladı. 2002 yılında bu ülke o dönemeçte takla attı. Öyle bir hükumet geldi ki daha öncekilerin cesaret dahi edemeyeceği şeyler yaptı.

Bekledik... çok uzun bekledik 2 kere daha üst üste hem de oylarını artırarak seçildiler. Son dönemlerinde ne can güvenliği kaldı, ne mal güvenliği kaldı, ne sağlık güvenliği kaldı, ne eğitim kaldı.

En sonunda bokunu çıkardılar. 1999 yılındaki depremin yaralarını sarmak ve olası bir doğal afette kullanılmak üzere fon oluşturmak amaçlı toplanan ötv üzerinden bütçe açıkları kapatılmaya çalışıldı.

Enflasyon'nun olmadığı iddia edilen bu ülkede hemen hemen her gün ürün fiyatına değil vergilere artış getirildi. Günümüz itibarı ile bir litre benzinin fiyatı 4,76 lira. 1600 cc'nın altındaki bir arabanın sadece vergisi %40 ötv + %18 KDV yani yaklaşık %65 vergi. Hangi insani yaklaşım bunu kabullenebilir bilmiyorum.


Ben eğitimden, sorgulamadan şundan bundan vazgeçtim. Bir ülke eğer vatandaşının cebine bu kadar göz koyduysa bu ülke iflah olmaz. Yıl boyunca toplanan vergilerin sadece %10'luk kısmı tüzel kişilerden geri kalanı gerçek kişilerden. Yani işöideni memurdan, ev hanımından yani geçim derdi olan insanlardan.

Alınan her türlü ürün için verginin vergisi anlyışı ile vatandaş soyuluyor. Mal güvencesini sağlamakla yükümlü devlet kendisi hırsızlık yapıyor. Ve ne yazıkki bu ülkede bugün seçim olsa halkın %50'si hala bu insanlara oy verecek bilinçte.

Sırf o %50 yüzünden bu ülkede yaşamak istemiyorum çünkü herhangi bir umudum yok. Bu ülke çok büyük bir bataklığın  eşiğinde.

Bu ülkede ördeğe tecavüz edilebiliyor, bu ülkede 10 aylık bebeğe tecavüz edilebiliyor, bu ülkede kolluk kuvvetleri 13 yaşındaki bir kıza sıra ile günlerce tecavüz edebiliyor. Bu ülkede "bacı kardeş aynı odada uyuyabilir mi?" diye müftülere sorulabiliyor.

%99'u müslüman bir ülkenin ferdi oğlu acaba kızına hallenir mi diye merak içinde. Sapık, düşünmeyen, okumayan, sorgulamayan saçma sapan bir millet olup çıktık. Bunları her gün duyan insanlar gıkını çıkarmazken, Fransız'ın teki gazetesinde Muhammed'in karikatürünü yapınca ayaklanıyor. Muhammedin karikatürü çok daha önemli tecavüzden!
Batının ahlaksızlığını almayalım diye bir söz verdı eskiden, batının bokunu yesinler!

Kaçmak istiyorum, iltica etmek istiyorum, neresi olursa olsun ben bu ülkede yaşayamam. Ben evlenip karımın, çoluğumun çocuğumun bu leş yuvasında kalmasına izin veremem.


Cumartesi, Ocak 21

Körlük

Facebook isimli sitede arkadaşlarımın, iş arkadaşlarımın, akrabalarımın bir resmi beğendiğini gördüm. Nefret söyleminden kaldırılması gereken bir resmi bir sürü insan beğenmiş. Resmi de ekleyeyim de öyle devam edeyim.

Bu resme odun gibi, kütük gibi bakarsanız "aaa gerçekten de adam haklı galiba" deyip beğenebilirsiniz bu resmi. Fakat "insan" gibi bakmayı bilirseniz o zaman benim yaptığımı yapar sinirlenirsiniz. 5 yıl önce bir insan öldürüldü. Haftalık bir gazetede yazı yazan biri öldürüldü. Ben kendimi entelektüel görürüm, okurum, yazarım, çizerim. Fakat bu adam öldürüldüğünde adını ilk defa duydum kimmiş ki bu dedim. Hrant Dink diye biri. Neler yazdığına bakındım genelde kardeşlik dostluk mesajları var yazılarında. Öldüren çocuğu yakaladılar. Çocuk "fikirlerini beğenmiyordum, sinirlendim, vurdum" dedi. O zamanlar 17 yaşında olan Ogün Samast diye bi çocuk. İnsan öldürmeyi kafasına koyabilen ve büyük ihtimalle iki kelimeyi bir araya getirmekten aciz, ilkokul terk biri haftalık yayın yapan Agos gazetesini hem de İstanbul dışından bulup okuyor yazarın fikirlerini beğenmiyor ve kalkıp İstanbul'a gelip adamı öldürüyor. Ben bu hikayeye hiç inanmadım. Sonra Yasin Hayal diye biri azmettirici olarak lanse edildi. Fakat işin ardındaki fail meçhul olarak bırakıldı.

Tetikçiler yargılandı ve karar açıklandı. Olayın ardında bir örgüt yok denildi. Ogün Samast olayı gerçekleştirdiğinde 17 yaşındaydı yani çocuktu ve cezası indirildi vs. Benzer şekilde bu ülkede Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Gaffar Okkan, Bahriye Üçok, Abdi İpekçi vs. hep öldürüldü hepsinin ortak noktası sorgulayıcı ve barış yanlısı insanlar olmaları idi ve hepsinin faili meçhul. Bir tek Abdi İpekçi'nin tetikçisi (Mehem Ağca) yakalandı ve büyük ihtimalle sözleri Ogün Samast'ın sözleri ile aynı idi.

Resme dönecek olursak o kadar insan "bir ermeni" öldüğü için değil, "bir insan" ÖLDÜRÜLDÜĞÜ ve adalet mekanizması saçma sapan işlediği için yürüdü. Orada yürüyen onbinlerce kişinin büyük çoğunluğu Hrant Dink adını benim gibi öldürüldüğü gün öğrenmiştir.

Resmin diğer yüzüne bakalım. "24+ şehit olunca" kısmına. Saçma sapan bir savaşın içine sürüklendikleri için ölüyor o insanlar. Savaş tanrıları kurban istediği için ölüyorlar. Biraz daha para kazanabilsin büyükbaşlar diye ölüyorlar. Oğlu şehit olduğunda "vatan sağolsun" diyebilen zihniyet yüzünden ölüyor bu çocuklar. Bu vatan nasıl bir vatanmış ki bir kaç çapulcuyu 30 yıldır yok edemeyen devletler tarafından yönetildi hep. Vatan sağolsun diyeceğinize noluyor bu adamlar neden ölüyor yok mu bizim bi yaptırım gücümüz diyin.

Devlet vatandaşının güvenliğini sağlamak zorundadır. Asker de olsan, gazeteci de olsan o devlet senin güvenliğinden sorumludur. Failini bulup cezalandırmak zorundadır.

Şehitlerin de faillerinin bulunması için yürüyüş düzenleyin ona da katılırım.

Askerin de, Hrant'ın da faili meçhul.

Çarşamba, Ağustos 31

Leyla İle Mecnun

Şu kalite eksikliğinin yaşandığı son beş-on yıl içinde belki de Türk televizyonlarındaki en kaliteli dizidir diyebilirim Leyla ile Mecnun için. Öncelikle bir güzel saydırayım dedim neresi yanlış neresi kötü; sonradan da güzel yanlarını yazacağım.

Her Türk dizisi gibi ne yazıkki fazla uzun. Bu uzunluğu ilk bir kaç bölümde sanıyorum senaryoyu oturtma ve karakterleri tanıtma çabası içinde iken iyi değerlendirmişler çünkü ilk 5-6 bölüm su gibi akıyor. Fakat ondan sonrası zulüm. Bildiğin zulüm! 10 dakika güleceğim diye 90 dakika katlanıyorsun diziye.

Yahu çok zor değil ki dizileri kısaltmak her hafta iki bölüm çekin insan gibi izleyelim. Özeti, özetinin kıssası, kıssasının hissesi tey babam tey!

Sonra müzik seçimi. Yahu şart mıdır komedi dizisi için o tarz müzik. Geniş Aile'de var, bunda var kim bilir başka hangisinde var aynı zırva müzik.

Sonra ilk sezonun sonlarına doğru gelen gereksiz acı. Evet bildiğin acıyı dayıyorlar dizide ne gerek var. Hani komedi dizisiydi bu!

Ayrıca dizilerde, filmlerde bilmiş çocuk kullanımından oldum olası nefret ederim. Sağolsunlar şartmış gibi Çocuklar Duymasın faciasından beri gözlüklü bilmiş bir çocuk illa var bir dizide yahu senin elinde muhteşem bir malzeme, mükemmel oyuncular var ne gerek var böyle salaklıklara?

Gelelim iyi yanlarına.
Bir kere dizi samimi, yani bir Süper Baba'da Fiko'yu Nihat'ı izlerken ne hissediyorduysak bu diziyi seyrederken benzer duyguları hissediyoruz. Bir İkinci Bahar izlerken Ali Haydar ile Hanım'ın aşkında ne buluyorsak bu dizide de Leyla ile Mecnun arasında benzer aşkı buluyoruz.

Ayrıca orjinal, absürdlükte orjinal. Gerçek hayatta anlık düşünürüz tuhaf tuhaf şeyler işte bu dizideki karakterler de o şekilde tuhf tuhaf düşünüyor ve bunu bize gösteriyor. Ben bu dizidekilerle benzer durumlara düşsem ben de benzer şeyleri düşünürüm.

24. Bölümde bir sekans var Mecnun karakteri intihar ediyor ve komada. İnsanlar bir şekilde beynine giriyorlar girişte bir ayna var. Gelen her kişi aynada kendi yansımasına bakıyor. Mecnunun o kişiyi nasıl gördüğünü görüyoruz. Leyla giriyor içeri ve aynada Mecnun'u görüyor. Ne kadar aşk kitabı okusan, ne kadar film izlesen aşkı bu kadar güzel anlatamaz bu yüzden güzel bu dizi.

Ayrıca İsmail Abi...
Ekmek Teknesi'ni çoğu insan Kirli karakteri için izlemiştir bu diziyi ben İsmail Abi karakteri için izliyorum. Kirli ne kadar kötü, pis, çıkarcı bir karakterdiyse bu İsmail Abi o kadar iyi, temiz-pak-parlak, hep kendisinden başkasını düşünen bir karakter. Kirli'nin zıttını yapmışlar. Adam temiz bir kere. Sırf bu adamın dizisi olsa ama Amerikan, İngiliz tarzı maksimum haftada 20 dakika. İşte o zaman tüm diziyi kaldır at onu izle derim.

Adam ilk bölümden itibaren sahilde el sallıyor ve 20 küsür bölüm sonra söylüyor bunun sebebini. İçiniz acıyor (gereksiz acı burda geliyor ama seviyoruz biz acıyı :))

Nereden buluyor nasıl ediniyor (ki kendisi müzmün işsiz) devamlı parlak temiz ve renkli kıyafetler giyiyor.

Adam çocukluğundan beri her gün sabah akşam demeden sahile gidip gelmeyecek bir gemiye el sallıyor. Çünkü babası ölüm döşeğinde iken İsmail'i bir ailenin yanına verirken, "sen neden gelmiyorsun" sorusuna karşılık "ben gemide olacağım ve oradan sana el sallayacağım" cevabını aldıktan sonra yılmadan babasına -o gelmeyecek gemiye- el sallıyor. Bir gün babasının geleceği inancını hiç yitirmiyor. Annesinin neden kendilerini terk ettiğini sorduğunda babası daha renkli bir hayatı olmasını istedi ve gitti diyor. Yanındakiler gitmesin diye renkli şeyler giyiyor mütemadiyen bu adam.

Aşık oluyor bu İsmail Abi hem de öyle böyle aşık olmuyor ama gereksiz acı için bu adam aşık olduğu gün terk ediliyor. Ve o kadar güzel üzülüyor ki komedi dizisinin karşısında oturup ağlıyorsunuz için için.

-Mecnun İsmail Abi'yi İsmail Abi gibi görüyor beynindeki aynada- çünkü o adam tam olması gerektiği gibi bir adam.

Uyarı niteliğinde not:
Dizinin 17., 23. bölüm sonu ve 24. bölümleri dağıtabilir insanı.



İzleyin ama kısaltılması için de dua edin. Yoksa bu kadar kaliteli yapım eriyip gidecek...

Salı, Temmuz 12

Playstation Network

Bilindiği gibi Anonymous isimli hacker grubu Playstation Network'ü hacklemiş ve PS sahibi insanlar PSN'e girememiş, var olan şifreler çalınmış, yeni PS alan insanlar PSN'e kayıt olamamıştı.

Sony Mayıs ayında PSN'i eski kullanıcıları için açtı yeni kullanıcılar da (ben dahil) orijinal oyunları ellerinde beklemeye koyuldular. PSN hesabı almış olmanın verdiği bazı avantajlar var. Multiplayer oyunlar oynayabiliyor, oyunların içinden çıkan kodlar ile indirilebilir içerikten faydalanılabiliyor, kredi kartı ile online oyun satın alabiliyorsunuz. Ülkemizin muhteşem vergi politikası sebebi ile yurt içinde 100 TL olan bir oyun PSN üzerinden 20$ civarında olabiliyor. Ayı şekilde sendit.com gibi sitelerden oyunları orjinal olarak ucuza satın alabiliyorsunuz.

Neyse ben de önceki yazımdan da belli olacağı gibi Assassin's Creed'e taktım. Oyun elime bir yerden geçti oynadım çok beğendim ve Ubisoft'a para kazandırmak istedim. Çok sevdiğim yazarların kitaplarını, sevdiğim şarkıcıların albümlerini nasıl korsan olarak edinmiyorsam bu oyunu da korsan edinmek istemedim.

Her şey Assassin's Creed 2 Complete Edition'ı satın almamla başladı aslında. Oyunda Desmond Ezio'nun hatırlarını yaşıyor (önceki yazımdan okuyabilirsiniz) benim oynadığım versiyonda 2 kısım eksikti. Oyun bitirilebiliyor problem yok ama var olması gereken 2 hafıza bölgesi yok. Ubisoft çakallık yapmış ve bunları indirilebilir içerik olarak koymuş (benzeri şekilde indirilmeyen sadece kapalı hale getirilmiş 3 görev de var) Complete Edition, Collector Edition, Black Edition, White Edition, Platinium Edition, Limited Edition vs. gibi versiyonlarında bu kısımlar mevcut fakat bunlara erişebilmek için PSN'e girip Playstation Store üzerinden indirmeniz gerekiyor.

Fakat bu Sony bir türlü yeni PS Hesapları için sitesini açmadığından oyun elimde patladı. Bir ay kadar bekledikten (ve başka arkadaşlarımdan hesap alıp başarısız olduktan sonra) Sony'e mail attım. Durumu anlattım dilim döndüğünce.

Şöyle bir cevap geldi:

Hello Mesut,

Thank you for contacting us. We sincerely apologize for any inconvenience this may have caused and understand how frustrating this may be. We are more than happy to assist you with this error you are receiving. Due to high network traffic and light maintenance, you may experience errors or intermittent connectivity when accessing the PlayStation®Network (PSN). Successful downloads and voucher code redemptions as well as account creations may take several tries. At this time, we will ask you to please keep trying or try again at a later time as the network congestion eases.

You may however, create this account at Qriocity.com. For your convenience, we have included a link below that you will want to follow and there you will be able to create a new PSN account.

http://www.qriocity.com/us

We truly appreciate your time and patience on this matter,


Regards,
Chad P.


Kısaca diyor ki yahu işte ağ yoğundur şöyledir böyledir denemeye devam edin ya da qriocity.com üzerinden kayıt olun.

O siteye girince bizim ülkemize böyle bir hizmet verilmediğine dair bir mesajla karşılaşıyoruz. Sinirlendim; dalga geçiyor olmalısınız minvalinde mail attım. Sonra sitenin altındaki "Create an account" linkine deneme maksatlı tıkladım. Çalışıyor link. Sonra tekrar mail attım önceki maili ciddiye almamalarını istedim site açılmasa da link çalışıyor dedim +rep dedim teraziyi tıkladım.

Şimdi gelelim burayı okuyan 3-5 kişiye olur da PS alırsanız PSN de lazım olursa ki olacak, o zaman qriocity üzerinden alın ID'nizi.

Bir hatırlatma daha yapayım. Türkiye adresi girdiğinizde kabul etmiyor. Türkiye region 2 olduğundan ve Amerika'dan değil de İngiltere'den oyun aldığımızdan (orası da region 2) İngiltere
adresi girip üyelik alın.

Olur da Amerikadan oyun gelir ben onun da kodlarını girerim diyorsanız o zaman bir tane de Amerika için ID alın.

Gelelim birden fazla ID ile PS3'ten giriş yapmaya. Eğer aldığınız ID ile giriş yaptıysanız ikincisi ile giriş yapmaya çabaladığınızda "you cannot sign in using another user's sign-in id" diyecektir. Yahu nasıl başkasının benim işte o da deseniz bile PS bunu pek dinlemiyor. O vakit PS içerisinden kendinize yeni bir kullanıcı tanımlamanız gerekiyor. Böylece her kullanıcının kendi ID'si olduğundan sadece kullanıcıları değiştirmek yeterli oluyor.

Eyyorlamam bu kadar.

Pazar, Temmuz 10

Assassin's Creed


Bir oyun hakkında blog yazısı yazmak için o oyunun bir oyundan fazla olması gerektiğini düşünüyorum ve o sebeple yazıyorum. Çünkü bu seri bir oyundan çok fazlası.

Serinin ilk bölümünü oynamadım. İkinci bölümünü ve Brotherhood ara bölümünü oynadım. Bu kadarı bile oyunu yapanlara olan saygımın artmasını ve oyunun orjinallerini satın almamı sağladı.

2. Bölümde Abstergo isimli bir şirketin laboratuvarında bir deneye tabii tutulan Desmond Miles isimli bir karakteri yönetiyoruz (Sanıyorum ilk bölümde de aynı kişiyi yönetiyoruz). Lucy isimli laboratuvar görevlisi şirketin emellerinin farklı olduğunu söyleyip oradan kaçmamızı sağlıyor ve depomsu bir yerde şirketteki laboratuvarda bağlı bulunduğumuz makinenin bir kopyasına burada bağlanıyoruz ve oyun aslında burada başlıyor.

Desmond Miles özel bir insan (bir çeşit yarı tanrı bile denilebilir) atalarından aldığı genleri sayesinde normal insanlardan farklı olarak gece görüşü tarzı bir görüşe sahip.

Oyunda Desmond bağlı olduğu makineye konulan kan sayesinde o kana sahip kişinin anılarında dolaşıyor. DNA'dan hafıza transferi bir nevi. Yeni Çağ İtalya'sındaki Ezio Auditore isimli bir karaktere bürünüyorsunuz. Bu karakter kız peşinde koşan uçarı bir genç. Küçük bir erkek kardeşi var, bir ağabeyi var ve bir kız karddeşi var. Babasının bir takım gizli işleri var hatta oyun başladığında babası bir kaç mektup taşıtıyor Ezio'ya. Bir kaç mektup götür getirinden sonra ailedeki tüm erkekleri Papa astırıyor.

Oyun Ezio'nun ailesinin neden asıldığını aramasına dönüşüyor. Annesi ve kızkardeşi ile birlikte amcasının yanına Monteriggioni'deki villaya yerleşiyorlar. Ezio babasının gizli odasını buluyor oradan kıyafetler buluyor ve bir suikastçi oluyor. Amcasının yanında dövüş dersleri alıyor. Leonardo Da Vinci'ye eski Assassin'lerin mezarlarında bulduğu şifreli kağıtları veriyor ve bunlarda yer alan planlar ile silahlar tasarlatıyor.

İlerleyen zamanda anlıyoruz ki Piece of Eden (Adem'in elma'sını arıyoruz aslında) babası ve daha öncekiler de hep bunu aramışlar. Kutsal Kase gibi bir şey bu özel güçleri var iyilik için kötülük için kullanılabiliyor ve dünyada her kıtada bir tane (yanılmıyorsam) bulunuyor.


Bir de Subject 16 isimli Desmond'dan önce bu deneyde yer alan kişi var. Bu kişi de aynı şekilde Ezio'nun hatıralarında dolaşmış ve tabiri caizse gerçekleri gördüğünde kafayı sıyırmış. Bağlı bulunduğu makineyi hacklemiş ve hatıralar içinde Hansel ve Gretel tarzı ekmek kırıntıları bırakmış. The Truth adı verilen bu parçaları oyun içerisindeki sembolleri bulup bulmacasını çözünce bir kısa filmle karşılaşıyorsunuz.

Bu filmi oyun içinde çözebiliyoruz. Filme göre Adem ve Havva yok olmak üzere olan bir gezegenden kaçmışlar ve özel bir gücü bulunan bir küreyi de yanlarında getirmişler. Desmond, Ezio, İlk bölümdeki Altair, Subject 16, Ezio'nun babası ve kardeşleri hep bu soydan geliyor ve özel insanlar. Dünyadaki insanlarla çiftleşmemiş kendi aralarında çiftleşip türlerini devam ettirmişler.

Küreden haberi olan insanlar elbette var Papa da bunlardan biri. Dini bu yüzden kullanıyorlar insanlar gerçeği öğrenmesin ve tüm güç kendilerinde olsun diye. Ezio'nun babası elmayı bulmaya yaklaşınca Papa onu ve ailesindeki tüm erkekleri ortadan kaldırıyor.

Oyunun sonunda Ezio Papa'yı Vatikan'da gizli bir yerde sıkıştırıyor öldürmüyor ama elmayı kullanarak Minevra ile konuşuyor. Minevra dünya hakkındaki gerçekleri anlatıyor ve Ezio ile değil Desmond ile konuşuyor. Ezio Desmond'ın kim olduğunu bilmiyor, hatta konuşurken direkt kameraya bakıyor ve oyunu oynarken sizinle konuşuyor hissi veriyor...

Oyunun ara bölümü Brotherhood'da ise Papa'nın oğlu Cesare Borgia Ezio'nun villasını top atışına tutup elmayı çalıp gidiyor. Ezio ve ailesi kurtuluyor ve Roma'ya geliyorlar. Elmayı bulmaya çalışıyor ve elmayı bulduğunda onu Colliseum'a saklıyor. Demond bunu öğrendiğinde günümüzde oraya gidip elmayı alıyor ve oyun bitiyor. Brotherhood'da çok fazla önemli bir şey olmuyor elmaya günümüzde ulaşıyor olmak dışında ve kendimize Assassin ordusu kurabilmemiz dışında. Ayrıca Subject 16'nin yine bazı bulmacaları var bu bölümde de. Bulmacalardan film oluşmuyor bu defa. Subject 16 ile görüşmek için bir sanal ortam çıkıyor. Bir de bulmacalar sırasında mektup, telefon konuşmaları falan çıkıyor dinlemek okumak lazım. Komplolar havalarda uçuyor.

Oyunun ilk bölümünü bekliyorum ve Kasım ayında çıkacak olan son bölümü içinde ön sipariş verdim. Kesinlikle oynanması gereken bir oyun. Fakat oynarken konuyu da özümsemek gerekiyor. Çok sağlam bir senaryo üzerine çok sağlam bir oyun yapılmış.

Dizisi, filmi her ne ise bir şekilde yapılmalı diye düşünüyorum. Fakat bu kadar konuyu 3-4 saatlik filmlere sıkıştırmak yerine bir kaç sezonluk dizi yapılsa muhteşem olur.

Ne demiş Suikastçi İnancı "Hiç bir şey gerçek değil, her şeye izin var" (Nothing is true, everthing is permitted)