Çarşamba, Nisan 27

Çılgınlıklar Ülkesi

Malumunuz seçimler yaklaştı herkesten projeler silsilesi duyuyoruz. Aklı başında projelerin yanı sıra açıklayanın bile "çılgın" dediği bir proje açıklandı bugün. Proje; karadeniz ile marmara arasına bir kanal ile boğaz geçişini rahatlatmakmış. Bir ülke sadece bir şehirden ibaret sayılırsa böyle açıklamalar da kaçınılmaz olur. Binali Yıldırım açıklama sonrasında tabii ki bazı eleştiriler olacaktır ve bunlar kaale alınmayacaktır dedi. Yani kim ne derse desin biz bunu yapacağız dedi. Şehir Plancısı bir öğretim görevlisi; bu öğrencilerimden gelse proje diye sıfır veririm dedi. Dahası başbakanımız projesini açıklarken yerini tam olarak söylemedi. Yeri bile belli olmayan bir projenin maliyeti yaklaşık 20 milyar dolar.


İstanbul'un buna mı ihtiyacı var yoksa olası depremde yerle bir olmamaya mı? Türkiye'nin 20 milyar doları var mı çarçur edecek? Halk ödediği verginin karşılığını ülkenin hiç bir yerinde alamayacak, verilen vergiler bu çılgın projeye kaynak olacak. Kemal Kılıçdaroğlu sadaka değil aile sigortası vereceğiz dediğinde "kaynak" soran başbakanımız bu projenin kaynağını değil kaymağını düşünüyor sanıyorum. İstanbul'un su havzaları, ormanları kimsenin umurunda değil. Hele bir de öngörülen yerlere uydu kent yapılırsa bu kadar insan bu şehre nasıl sığacak belli değil.




Dün insanlık anıtı "ucube" yıkılmaya başladı. Bugün başbakanımız, padişahımız efendimiz çanak çömlek çıkıyor diye marmaray'ı bitirtmiyorlar dedi. Üçüncü köprüye de karşı çıkıyorlar, hızlı tren yapıyoruz her yere dedi, onu dedi bunu dedi, aldı alkışını.

Bu ülke gelecekte heykel yıkan ülke olarak, arkeolojiye çanak çömlek diyenlerin ülkesi olarak anılacak. O çanak çömlek dedikleri de 3 tane kadar liman, onlarca gemi vs. yani İstanbul'un bilinen tarihinin baştan yazılmasını sağlayacak kalıntılar. Ayrıntısı için şu yazıyı tavsiye ediyorum
Olması gereken
Yapılması planlanan

Üçüncü köprü elbette bu şehre lazım; fakat kuzeye değil güneye lazım o köprü. Hatta mümkün mertebe Boğaz Köprüsüne yakın olmalı, hatta ve hatta boğaz köprüsünün hemen yanına olmalı. Kuzeye yapılacak her yol bu şehri genişletecek, ormanları yok edecek, su havzalarını kurutacak.
Deniliyor ki bu yapılacak 3. köprüye ray da yapılacak. Yani deniyor ki toplu taşıma da olacak. İyi de tüm şehir güneye yayılmış, kuzeyde kimi taşıyacak bu toplu taşım araçları? Kuzeye yerleşim yapılacak yani... Bir de güneydeki ulaşıma bakalım. 1.köprüde 6 şerit var 3 gidiş 3 geliş, E5'te ise 5 şerit gidiş 5 şerit geliş. Çocuğa sorsan huni etkisinden köprü tıkanıyor der. Köprüyü genişletmek lazım ama köprü arazisi zaten hazinenin olduğundan rantı yok. Rant nerede kuzeyde, o zaman hadi oraya köprü yapalım!

Bir de metrobüs çılgınlığı var bu şehirde. Ulaşım çok rahatlamış Avcılar'dan Söğütlüçeşme'ye toplu taşımada çığır açılmış. E5'i böldüler, Anadolu yakasında da köprü bağlantı yolu ile Söğütlüçeşme'ye kadar olan kısmı böldüler 2 şerit ortaya çıkardılar. Yollar daraldı trafik daha da sıkıştı. Sonra bu metrobüsler de köprüden geçiyor o da trafiği artırıyor ama kimsenin umurunda değil. -Atıl durumdaki metrobüslere değinmiyorum bile- Duraklara ulaşmak, o duraklarda inmek, binmek için her şeyi göze almak lazım. Hele bir de engelli iseniz o zaman daha fena dik dik merdivenleri artık nasıl iner çıkarlar, o sıkış sıkış otobüslere nasıl binerler belli değil.


Bu yol zaten bölündü Avcılar'dan Zincirlikuyu'ya rayı şimdiden döşemeye başlasalar iki yıla kalmaz metrobüs salaklığı, tramvay akıllığına dönüşür. Fakat çılgın yöneticilerimizin çılgın fikirleri ile çılgınca yaşıyoruz işte.

Hızlı tren olayına bakıyorum bir de aklıma ilk gelen Pamukova'daki facia. Yani eski rayda hızlı giden trenin faciası geliyor. Hızlı değildi gerçi o tren "hızlandırılmış" idi.

Bir de çok övünülen duble yollar var. Ben arabamla seyahat etmeyi çok seven biriyim ve İzmir-İstanbul arasındaki duble yolu gördüm. Önceki yolun çizgileri hala duruyor yer yer çöküntüler var. Gözün dalsa ters yöne saptım sanırsın, çizgilere uymaya kalksan soluğu tarlada alırsın.

Hasılı bu ülkede yaşayabilmek için zaten çılgın olmak lazım. Benzin olmuş 4.5 TL. Aldığın nefesin vergisi %26 + %18. Verginin vergisini ödüyoruz gıkımız çıkmıyor!!!

Pazartesi, Nisan 25

ÖSYM

Geçen yıl yapılan KPSS sınavından sonra ayyuka çıkan ÖSYM saçmalıklarına bu hafta sonu bir yenisi daha eklendi. Bu kurumun amacı ülkedeki her türlü sınavı yapmak gibi görünüyor. Ehliyet sınavından, kamuya personel alımına kadar geniş bir yelpazede sınavlar yapan bir kurum bu. Benim zamanımda sadece okul sınavları ile ilgilenirdi. Adı da o yüzden Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi. Daha sonra ehliyet sınavlarındaki yolsuzluklardan dem vuruldu sınavların bir merkezde toplanması adına ehliyet sınavlarını da bu kurum yapar oldu.

Sonra devlet torpilin önüne geçmek için memurunu sınavla almaya karar verdi. Önceden adı DMS (Devlet Memurluğu Sınavı) idi sonra KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı) oldu. Bir sınav yapıldı. İnanılmaz bir şekilde sınavda bir sürü insan full çekti. Araştırıldı ve soruların sınavdan önce dağıtıldığı ortaya çıktı -Torpile gerek yok cevaplar ikram edildi, ki hala torpil mekanizması da işliyor fakat bu defa KPSS'ye girmiş olma şartı aranıyor torpil için-. ÖSYM başkanı istifa etti. Sınav iptal edildi (iptali gereken iki sınav vardı fakat sadece eğitim bilimleri ayağı iptal edildi).

İstifa edenin yerine biri atandı ki evlere şenlik, zaten bu ülkede bir kurumun başına geçmek, bir yerde üst düzey bürokrat olmanın ön şartı badem bıyık.
istifa eden

yerine atanan

İlk olarak YGS sınavı yapıldı bu yeni dönemde; sınavı yaz saati uygulamasının yapılacağı güne aldılar. Takvim belirlemekten aciz bu insanların sınav yapabileceğine ihtimal vermek iyimserlikten öte bir şey sanıyorum. Sonra bu sınav için ülkede saatlerin ayarlanması bir gün ertelendi. Daha sonra basına sorular dağıtıldı ve görüldü ki cevaplar şıkları bir şekilde sıralarsanız ortaya çıkıyor.

Önceki kopya skandalı sonrası; devlet memurunu belirli bir zümreden almak adına o zümreye soruları ikram etmişti ve bir ezber beklenmişti yani bedava olan beynini kullanması gerekiyordu illaki. Sonraki durumda ise ezberlemeye de gerek yoktu, soru hakkında bilgin olmasına hatta soruyu okumana bile gerek yoktu. Verilen desene göre şıkları sırala cevabı sadece cevap anahtarına karala (utanmasalar hazır cevapları karalanmış cevap anahtarı dağıtacaklar).

İlk kopya skandalı sonrasında soruların sadece bir merkezden ikram edilmediği teknolojik cihazlarla sınavda da ayrıyetten kopya çekildiği belirtildi. O sınav sonrası yapılan her sınav şamataya dönüştü. Öğrenci kopya çekemesin diye kalem silgiyi bile içerde dağıtır oldular. Metal herhangi bir obje ile sınava girilememesini sağladılar.

Bu arada bu badem bıyıklarını sevdiğim açıklamalar yaptı durdu. Sınava giren her öğrenciye bir kitap basıldığını ve şifre olmadığını iddia etti. Sonra basına dağıtılan kitapların Master (ana soru kitabı) kitaptan doğru şık sabit tutularak tekrar oluşturulduğunu, fakat öğrenciye verilenlerde böyle bir durumun olmadığını her kitabın ayrı olarak dizayn edildiğini söyledi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu açıklamalar sonrasında tatmin oldu. Daha sonra bir kaç araştırma görevlisi öğrencilere verilen soru kitapçıklarının basına dağıtılan olduğunu ve sorularda şıkları sadece bir adım sağa kaydırmakla şıkların sıralandırıldığını keşfettiler. Bu aşamadan sonra ÖSYM başkanı şifre var ama vallaha da isteyerek değil açıklamasını yaptı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan şu gün oldu hala bu tatmin olamadılar bu açıklama sonunda.

Bu YGS sonucunda Liseliler Cumhuriyet tarihinde ilk defa zaten saçma olan sınav sisteminin bu şekilde adam kayırma yolu ile yapılıyor olmasından rahatsız olup meydanlara döküldüler. Bana kalsa az bile yapıyorlar sadece meydanlarda hak aranmaz ayrıca yaptırım da gerekir. Bu devlet halkına muhtaç, halk devlete değil. Aynı şekilde ÖSYM öğrencilere muhtaç; öğrenciler biz bu sınavların objektif olduğuna inandırılana kadar (tatmin olana kadar diyelim trend bu) ne okula gidiyoruz ne de sınavlara giriyoruz dese, bu ülkede bir sürü şey değişir.

Düşünelim bir kere yaklaşık 2 milyon öğrenci okulu boykot etsin, üzerine de ÖSYM'ye sınav için başvuru olmasın. Başvuru parası alamayan ÖSYM ne yapacak? Okullar boş kalnca MEB ne yapacak? Dahası tatmin olan devletin başındakiler ne yapacak? Ben eminimki bu kurumun yaptığı hiç bir sınava başvuru olmasa bu kurum yerini daha adil bir kuruma bırakır.

Geçtiğimiz hafta sonu (24 Nisan 2011 yani dün) ALES yapıldı. Türkiye'nin en büyük ili olan İstanbulda bisiklet yarışının olduğu yolların kapatıldığı bir güne sınav koydular. Hadi diğer kentlerde böyle bir sorun olmadığından es geçildi diyelim. İzmir'de sınava giren öğrencilere verilen kitapçıklar eksik, sayfaları karışık idi. Yedek kitapçıklar da yeterli olmayınca sınava Manisa'dan yedek kitapçık getirilmesi beklendi ve sınav 1 saat geç başladı.

Bir de bu kurum kopyanın öğrenci tarafından çekildiğini sanıp; üzerinde bozuk para, anahtar vs. ile sınava girmesine izin vermiyor. Fakat sınava girilecek merkezi de öyle bir seçiyor ki evlere şenlik. Kadıköy merkezde oturan birini 25 km ötede Esenkent'e verebiliyor. Eee ulaşım nasıl olacak. Arabanız yok ise en az 3 vasıta. Yalnız kalan biri olduğunuzu düşünün ve aracınız da yok. Yani evin anahtarını yanınıza alamayacaksınız. Minibüsle sınav yerine ulaşacaksınız ve bozuk paraya ihtiyacınız var ama o da yasak! Hadi hepsini geçtim, bisiklet yarışı var yollar kapalı!

Bu arada şu habere de bir göz atın derim bakın kimler kopyacı.

Pazar, Nisan 24

RTÜK

Şimdi bu kurumun amacı nedir? bu sayfadan öğrenebilirsiniz. Okumak istemeyen için özetle;
Kamuya ulaşan televizyon ve radyo yayınlarını denetlemek ve düzgün(!) yayınların halkla buluşmasını sağlamak.

Kurulduğu 1994 yılından beri izleyicilerin başına bela olduğu gibi televizyon kanallarının da başına bela olmaktan başka bir halta yaramamaktadır bu üst kurul.

Kurulmadan önceki 4 yılı ve sonrasını kendimce gözlemledim. (ki tv izleyen radyo dinleyen herkes de bunu ister istemez yaptı)
1990 yılında Magic Box Star1 isimli kanal açıldı ilk olarak o zaman TRT dışında bir kanalın açılması ile birlikte yasaklı/sansürlü olan yayınlanmayan ne varsa yayınlandı. İzleyiciye Avrupa'da izlenebilen neler varsa izletildi. Sonrasında ATV ve Show TV açıldı. ATV, TRT ve STAR'ın ortalaması diyebileceğim yayın anlayışına sahip idi. Show TV ise gündüz vakti (şu sıralar kadın saati denilen vakitte) erotik Türk filmleri yayınlıyordu. Geceleri ise Tutti Frutti ve Colpo Grosso gibi erotik yarışmalar yayınladı, Cumartesi geceleri erotik filmler yayınladı.

Erotik yayınlar dolayısıyla halkın, hükumetin tepkisini çekti ve Kırmızı Nokta uygulamasına geçti. Sadece erotik değil, korku filmlerinde de bu noktayı koymaya başladı.

Kanal kendi kontrolünü kendisi sağlıyordu ve gayet de yerinde idi bu kendi kendini kontrol mekanizması. Fakat bu rahatsızlık Anayasa değişmesine sebep oldu (o zamanki hükumetin Doğru Yol Partisi gibi muhafazakar bir partinin olması ve tabanından oy kaygısı da bu değişikliğin sebeplerinden biri idi). Ne oldu ise ondan sonra oldu. Kanallar yayınlarından dolayı kapatılmaya başladılar; 1 gün, 10 gün yayın durdurma cezaları vs.

Daha sonrası ise tamamen komedi. Oy kaygısı hükumetin üyelerini seçtiği bu kurumun (halkın %50'sinden fazlasının temsil edilmediği bir demokrasi(!) ülkesinde) aldığı kararların iyice bokunun çıkmasına sebep oldu.

Öncelikle sansür geldi. Film içinde kadının memesi görünüyorsa o sahne kesildi. Sahneyi kesmeyenin yayını kesildi. Sonra reklam geliri baskın çıktı ve filmler saçma sapan bir hal aldı. Sonra küfürler gitti. Kemal Sunal şöyle gevrek gevrek "eşşolueşşek" diyememeye başladı. Sonra tabi hükumet de daha muhafazakar hale gelmeye başladı. Önce Refah-Yol sonra ANAP, sonra MHP-DSP koalisyonu ve en sonunda AKP hükumeti...

AKP Hükumeti ile birlikte ulusal kanalların tamamına yakını TRT'ye dönüştü. Gizli reklam diye bir kavram giriverdi hayatlarımıza. Öyle bir durum ki bu yabancı bir film izliyorsun adam bara giriyor barda şişeleri göremiyorsun; buğulanıyor. Dışarıda geziyor mağazalar buğulu, dizi izliyorsun insanlar dışında çevrenin tamamı buğulu.

Hükumet ayrıca yayınların kimlere hitap ettiğini yayın öncesi akıllı işaretler ile gösterilmesi kararının alınmasında katkıda bulundu. Önceleri sevindim çünkü bu akıllı işaretler ile kontrol seyirciye bırakılıyor gibi bir durum çıkıyordu. Çoçuklara uygun değilse izletmez çocuğuna dedim. Fakat o işaretlerin olması da sansüre engel olmadı, aslında hiç bir değişiklik olmadı.

AKP sigara yasağı getirdi ve RTÜK hemen filmlerde, dizilerde sigara görünmeyecek dedi ve komedide yeni perde sigarasız duman!. Çiçekten çıkan duman vs.

Buraya kadar RTÜK'ün yayınlara müdahalesine baktık, bir de reklamlara müdahalesi varki yayıncı ile tam bir köşe kapma mücadelesi.

Özel kanallar ilk çıktıklarında istedikleri an istedikleri miktarda reklam gösterebiliyorlardı (malum parayı bundan kazanıyorlar) sonra RTÜK reklam arası yayın izleniyor buna kısıtlama getirelim diyerek (yanılmıyorsam Refah-Yol hükumeti dönemi) reklam uzunluklarına 7 dakika sınırı getirdi ve yayın içerisinde maksimum 4 kuşak verilebileceğini söyledi. 2 saatlik bir dizinin içerisinde 28 dakika reklam olabiliyordu. Kanallar bunu sanal reklam, tanıtım reklamı, ot reklamı kök reklamı ile aştılar bir şekilde. Daha sonra bir ay kadar önce alınan bir karar ile kuşak sayısına değil zamana bakılmaya başlandı. Yayın akışı içerisinde 1 saat içerisinde maksimum 12 dakika reklam verebilirsiniz dediler. Şimdilerde yayın şu şekilde işliyor 4 dakika yayın 2 dakika reklam, üzerine 10 dakika yayın 3 dakika reklam vs.

Önceden reklam izlemek istemiyorum diyen, reklam girdikten sonra tahmini 10 dakika başka kanala geçebiliyordu şimdi giren reklamın kaç dakika olduğu da belli olmadığından o salak reklamları izletiyorlar.

Bir de herkese ulaşmayan yayınlar var. Dijital Platformlar, yani izleyicinin izlemek için para ödediği kanallar silsilesi. Şimdi sevgili RTÜK zırvalığı! ben para veriyorum değil mi izlemek için yani inisiyatifi elime almışım senin yetkinin işe yaramayacağı bir hale gelmiş olmalı bu yayınlar, çünkü ben paramla seçiyorum. Fakat aynı şartlar bu kanallar için de geçerli. Yani ben aylık belirli bir miktar para veriyorum hatta sinemada kaçırdığım filmi izlemek için üzerine tekrar para verip filmi satın alıyorum (Digiturk Salon kanalları) ve yine sigarasız duman, yine meme uçsun kadın, yine küfürsüz eroin kaçakçısı izliyorum!

Televizyon izlememek lazım bence. Zaten dizilerimiz gereksiz uzun, zaten yayınlarımız ziyadesi ile kalitesiz...

Pazartesi, Nisan 11

TNT


TNT'ye taktım bu defa. Sitesine girdim Tebrik, Şikayet, Öneri linklerinden Tebrik olanı tıklayıp açılan forma aşağıdaki yazıyı yapıştırdım.
"Sizleri tebrik ediyorum bu kadar kaliteli bir kanalı bu kadar kalitesiz bir kanala dönüştürmek yetenek üstü bir durumdur. Mehmet Ali Erbil gibi muhteşem seviyesiz bir showman'i bünyenize katmak, Frame, Dest-i İzdivaç gibi programlarla Flash TV'yi rakip görmeye başlamanız gerçekten takdire şayan. Kanal 7 ile yarışabilmek için bir türkücü talk show programı da bekliyor bünyelerimiz.

Hele şu kırmızı beyaz logonuzu maviye çevirmeniz yok mu? Tam ayarında olmuş bu; artık yerel kanalları da size tercih edemeyecek kimse.

Yayın politikanız bizi herkes izlesin ise o zaman lütfen kalan bir kaç kaliteli yayından da kurtulun bir zahmet. Mesela hala kaliteli yabancı dizi görüyorum akışta ya da akşam kanal gezerken güzel film görebiliyorum. Lütfen bunlardan da kurtuldunuz mu kimse tutamaz sizi.

Adınızı da Super TV falan yapın. Flash TV gibi.

Ettiniz lan kanalın içine!!!"


Logoları bile belli ediyor birisi cool bir logo iken diğeri bildiğin parıl parıl beni seç beni seç diye bağırıyor. Pimp my ride ekibine verilmiş klasik bir arabanın yeni haline benziyor bu logo dönüşümü...