Çarşamba, Aralık 19

Bölgenin Süper Gücü

Türkiye, başbakanının defalarca dile getirdiği bölgenin süper gücüyüz, IMF'ye bile borç verecek bir ekonomimiz var, önümüz Allah'ın izni ile çok açık vs. gibi demeçler ile uyutuladursun, dün bu ülkenin otoyolları satıldı.

Koç-Ülker-UEM ortaklığı 5,7 milyar dolara 25 yıllığına otoyol ve köprüleri aldı. Bir ülke düşünün ki yollarını satışa çıkarsın ve başbakanı hala şöyle zenginiz böyle zenginiz deyip dursun ve o ülkenin halkı da hala uyumaya devam etsin.

Sadece İstanbul'daki iki köprünün kârı yıllık 500 milyon lira civarı, yani yaklaşık 280 milyon dolar; yani 20 yılda sadece köprünün karı üzerinden (burada işletmecinin bu süre zarfında zam yapmayacağını varsayıyorum) amorti ediyorlar. Geri kalan 5 yıllık kar ile de gelecek nesillerini doyururlar sizin, benim paralarımızla.

İşin diğer boyutu ise iki köprü dışında bu ülkede 1975 km otoyol var ve bunların üzerlerindeki tesislerin işletmeleri de bu ihalenin içinde. Yani adamlara diyorlar ki buyrun istediğiniz şekilde peşkeş çektik yiyin siz, nasılsa hesap soran yok.
 
Ödeme planı da 5 yıllık taksitlendirme ile yapılacakmış. Bu arada dünden beri Koç ve Ülker'in borsada hisseleri tavan yaptı. Ülker'in hükümete yakınlığını bilmeyen yoktur herhalde...

Yakın zamanda da Spor Toto satılacakmış 10 milyar dolar gelir bekleniyormuş.

Şimdi madem zenginiz neden mal satıyoruz (ayrıca neden dolar ile?), yok devlet küçülsün halkına böylece zorunlu hizmetleri daha düzgün verir ise amaç, ben herhangi düzgün bir hizmet göremedim 10 yıldır satılmayan şey kalmadı.

Sonrasında ise sıra okullara, hastanelere, hapisanelere, demiryollarına gelecektir. Yani sosyal devlet olma ilkelerinin ana hatları olan sağlık, eğitim, ulaşım üçlüsünü elden çıkaracaklar. Geriye korkuya dayalı bir polis devleti kalacaktır. Ki halihazırda o polis devletinin ayak sesleri dün ODTÜ'de de kendini gösterdi.

Bu arada tamamen zarar ziyan dışında bir işe yaramayan Diyanet İşleri Başkanlığı (yıllık zararı milyar liraya yakın) olduğu gibi duruyor hatta bütçesi artırılıyor.

Bir önceki yazımda ülkeyi terketmenin eşiğinde olmaktan bahsetmiştim. O eşiği aştık artık. Fırsatını bulduğum an sizleri padişahınızla bırakıp gideceğim.


Salı, Eylül 25

Ülkeyi Terk Etmenin Eşiğinde Olmak

Devlet'in asli görevi nedir? Vatandaşının refahını sağlamak, can ve mal güvenliğinden sorumlu olmak, eğitim, sağlık, ulaşım gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaktır.

Bu ülke 1980'de bir dönemece girdi, bir darbe yapıldı bu ülkede okumak yasaklandı. Kitaplar yakıldı, okuyan düşünen kim varsa fişlendi, sorgulandı, işkencelere maruz kaldı. Askeri rejim hayatı, düşünmeyi baltaladı. Sonrasında da gelen hiç bir hükumet bu izleri temizleyemedi. Toplum okumamaya, kulaktan dolma bilgilerle hayatı algılamaya, sorgulamamaya, baş kaldırmamaya başladı. 2002 yılında bu ülke o dönemeçte takla attı. Öyle bir hükumet geldi ki daha öncekilerin cesaret dahi edemeyeceği şeyler yaptı.

Bekledik... çok uzun bekledik 2 kere daha üst üste hem de oylarını artırarak seçildiler. Son dönemlerinde ne can güvenliği kaldı, ne mal güvenliği kaldı, ne sağlık güvenliği kaldı, ne eğitim kaldı.

En sonunda bokunu çıkardılar. 1999 yılındaki depremin yaralarını sarmak ve olası bir doğal afette kullanılmak üzere fon oluşturmak amaçlı toplanan ötv üzerinden bütçe açıkları kapatılmaya çalışıldı.

Enflasyon'nun olmadığı iddia edilen bu ülkede hemen hemen her gün ürün fiyatına değil vergilere artış getirildi. Günümüz itibarı ile bir litre benzinin fiyatı 4,76 lira. 1600 cc'nın altındaki bir arabanın sadece vergisi %40 ötv + %18 KDV yani yaklaşık %65 vergi. Hangi insani yaklaşım bunu kabullenebilir bilmiyorum.


Ben eğitimden, sorgulamadan şundan bundan vazgeçtim. Bir ülke eğer vatandaşının cebine bu kadar göz koyduysa bu ülke iflah olmaz. Yıl boyunca toplanan vergilerin sadece %10'luk kısmı tüzel kişilerden geri kalanı gerçek kişilerden. Yani işöideni memurdan, ev hanımından yani geçim derdi olan insanlardan.

Alınan her türlü ürün için verginin vergisi anlyışı ile vatandaş soyuluyor. Mal güvencesini sağlamakla yükümlü devlet kendisi hırsızlık yapıyor. Ve ne yazıkki bu ülkede bugün seçim olsa halkın %50'si hala bu insanlara oy verecek bilinçte.

Sırf o %50 yüzünden bu ülkede yaşamak istemiyorum çünkü herhangi bir umudum yok. Bu ülke çok büyük bir bataklığın  eşiğinde.

Bu ülkede ördeğe tecavüz edilebiliyor, bu ülkede 10 aylık bebeğe tecavüz edilebiliyor, bu ülkede kolluk kuvvetleri 13 yaşındaki bir kıza sıra ile günlerce tecavüz edebiliyor. Bu ülkede "bacı kardeş aynı odada uyuyabilir mi?" diye müftülere sorulabiliyor.

%99'u müslüman bir ülkenin ferdi oğlu acaba kızına hallenir mi diye merak içinde. Sapık, düşünmeyen, okumayan, sorgulamayan saçma sapan bir millet olup çıktık. Bunları her gün duyan insanlar gıkını çıkarmazken, Fransız'ın teki gazetesinde Muhammed'in karikatürünü yapınca ayaklanıyor. Muhammedin karikatürü çok daha önemli tecavüzden!
Batının ahlaksızlığını almayalım diye bir söz verdı eskiden, batının bokunu yesinler!

Kaçmak istiyorum, iltica etmek istiyorum, neresi olursa olsun ben bu ülkede yaşayamam. Ben evlenip karımın, çoluğumun çocuğumun bu leş yuvasında kalmasına izin veremem.


Cumartesi, Ocak 21

Körlük

Facebook isimli sitede arkadaşlarımın, iş arkadaşlarımın, akrabalarımın bir resmi beğendiğini gördüm. Nefret söyleminden kaldırılması gereken bir resmi bir sürü insan beğenmiş. Resmi de ekleyeyim de öyle devam edeyim.

Bu resme odun gibi, kütük gibi bakarsanız "aaa gerçekten de adam haklı galiba" deyip beğenebilirsiniz bu resmi. Fakat "insan" gibi bakmayı bilirseniz o zaman benim yaptığımı yapar sinirlenirsiniz. 5 yıl önce bir insan öldürüldü. Haftalık bir gazetede yazı yazan biri öldürüldü. Ben kendimi entelektüel görürüm, okurum, yazarım, çizerim. Fakat bu adam öldürüldüğünde adını ilk defa duydum kimmiş ki bu dedim. Hrant Dink diye biri. Neler yazdığına bakındım genelde kardeşlik dostluk mesajları var yazılarında. Öldüren çocuğu yakaladılar. Çocuk "fikirlerini beğenmiyordum, sinirlendim, vurdum" dedi. O zamanlar 17 yaşında olan Ogün Samast diye bi çocuk. İnsan öldürmeyi kafasına koyabilen ve büyük ihtimalle iki kelimeyi bir araya getirmekten aciz, ilkokul terk biri haftalık yayın yapan Agos gazetesini hem de İstanbul dışından bulup okuyor yazarın fikirlerini beğenmiyor ve kalkıp İstanbul'a gelip adamı öldürüyor. Ben bu hikayeye hiç inanmadım. Sonra Yasin Hayal diye biri azmettirici olarak lanse edildi. Fakat işin ardındaki fail meçhul olarak bırakıldı.

Tetikçiler yargılandı ve karar açıklandı. Olayın ardında bir örgüt yok denildi. Ogün Samast olayı gerçekleştirdiğinde 17 yaşındaydı yani çocuktu ve cezası indirildi vs. Benzer şekilde bu ülkede Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Gaffar Okkan, Bahriye Üçok, Abdi İpekçi vs. hep öldürüldü hepsinin ortak noktası sorgulayıcı ve barış yanlısı insanlar olmaları idi ve hepsinin faili meçhul. Bir tek Abdi İpekçi'nin tetikçisi (Mehem Ağca) yakalandı ve büyük ihtimalle sözleri Ogün Samast'ın sözleri ile aynı idi.

Resme dönecek olursak o kadar insan "bir ermeni" öldüğü için değil, "bir insan" ÖLDÜRÜLDÜĞÜ ve adalet mekanizması saçma sapan işlediği için yürüdü. Orada yürüyen onbinlerce kişinin büyük çoğunluğu Hrant Dink adını benim gibi öldürüldüğü gün öğrenmiştir.

Resmin diğer yüzüne bakalım. "24+ şehit olunca" kısmına. Saçma sapan bir savaşın içine sürüklendikleri için ölüyor o insanlar. Savaş tanrıları kurban istediği için ölüyorlar. Biraz daha para kazanabilsin büyükbaşlar diye ölüyorlar. Oğlu şehit olduğunda "vatan sağolsun" diyebilen zihniyet yüzünden ölüyor bu çocuklar. Bu vatan nasıl bir vatanmış ki bir kaç çapulcuyu 30 yıldır yok edemeyen devletler tarafından yönetildi hep. Vatan sağolsun diyeceğinize noluyor bu adamlar neden ölüyor yok mu bizim bi yaptırım gücümüz diyin.

Devlet vatandaşının güvenliğini sağlamak zorundadır. Asker de olsan, gazeteci de olsan o devlet senin güvenliğinden sorumludur. Failini bulup cezalandırmak zorundadır.

Şehitlerin de faillerinin bulunması için yürüyüş düzenleyin ona da katılırım.

Askerin de, Hrant'ın da faili meçhul.