Çarşamba, Ağustos 31

Leyla İle Mecnun

Şu kalite eksikliğinin yaşandığı son beş-on yıl içinde belki de Türk televizyonlarındaki en kaliteli dizidir diyebilirim Leyla ile Mecnun için. Öncelikle bir güzel saydırayım dedim neresi yanlış neresi kötü; sonradan da güzel yanlarını yazacağım.

Her Türk dizisi gibi ne yazıkki fazla uzun. Bu uzunluğu ilk bir kaç bölümde sanıyorum senaryoyu oturtma ve karakterleri tanıtma çabası içinde iken iyi değerlendirmişler çünkü ilk 5-6 bölüm su gibi akıyor. Fakat ondan sonrası zulüm. Bildiğin zulüm! 10 dakika güleceğim diye 90 dakika katlanıyorsun diziye.

Yahu çok zor değil ki dizileri kısaltmak her hafta iki bölüm çekin insan gibi izleyelim. Özeti, özetinin kıssası, kıssasının hissesi tey babam tey!

Sonra müzik seçimi. Yahu şart mıdır komedi dizisi için o tarz müzik. Geniş Aile'de var, bunda var kim bilir başka hangisinde var aynı zırva müzik.

Sonra ilk sezonun sonlarına doğru gelen gereksiz acı. Evet bildiğin acıyı dayıyorlar dizide ne gerek var. Hani komedi dizisiydi bu!

Ayrıca dizilerde, filmlerde bilmiş çocuk kullanımından oldum olası nefret ederim. Sağolsunlar şartmış gibi Çocuklar Duymasın faciasından beri gözlüklü bilmiş bir çocuk illa var bir dizide yahu senin elinde muhteşem bir malzeme, mükemmel oyuncular var ne gerek var böyle salaklıklara?

Gelelim iyi yanlarına.
Bir kere dizi samimi, yani bir Süper Baba'da Fiko'yu Nihat'ı izlerken ne hissediyorduysak bu diziyi seyrederken benzer duyguları hissediyoruz. Bir İkinci Bahar izlerken Ali Haydar ile Hanım'ın aşkında ne buluyorsak bu dizide de Leyla ile Mecnun arasında benzer aşkı buluyoruz.

Ayrıca orjinal, absürdlükte orjinal. Gerçek hayatta anlık düşünürüz tuhaf tuhaf şeyler işte bu dizideki karakterler de o şekilde tuhf tuhaf düşünüyor ve bunu bize gösteriyor. Ben bu dizidekilerle benzer durumlara düşsem ben de benzer şeyleri düşünürüm.

24. Bölümde bir sekans var Mecnun karakteri intihar ediyor ve komada. İnsanlar bir şekilde beynine giriyorlar girişte bir ayna var. Gelen her kişi aynada kendi yansımasına bakıyor. Mecnunun o kişiyi nasıl gördüğünü görüyoruz. Leyla giriyor içeri ve aynada Mecnun'u görüyor. Ne kadar aşk kitabı okusan, ne kadar film izlesen aşkı bu kadar güzel anlatamaz bu yüzden güzel bu dizi.

Ayrıca İsmail Abi...
Ekmek Teknesi'ni çoğu insan Kirli karakteri için izlemiştir bu diziyi ben İsmail Abi karakteri için izliyorum. Kirli ne kadar kötü, pis, çıkarcı bir karakterdiyse bu İsmail Abi o kadar iyi, temiz-pak-parlak, hep kendisinden başkasını düşünen bir karakter. Kirli'nin zıttını yapmışlar. Adam temiz bir kere. Sırf bu adamın dizisi olsa ama Amerikan, İngiliz tarzı maksimum haftada 20 dakika. İşte o zaman tüm diziyi kaldır at onu izle derim.

Adam ilk bölümden itibaren sahilde el sallıyor ve 20 küsür bölüm sonra söylüyor bunun sebebini. İçiniz acıyor (gereksiz acı burda geliyor ama seviyoruz biz acıyı :))

Nereden buluyor nasıl ediniyor (ki kendisi müzmün işsiz) devamlı parlak temiz ve renkli kıyafetler giyiyor.

Adam çocukluğundan beri her gün sabah akşam demeden sahile gidip gelmeyecek bir gemiye el sallıyor. Çünkü babası ölüm döşeğinde iken İsmail'i bir ailenin yanına verirken, "sen neden gelmiyorsun" sorusuna karşılık "ben gemide olacağım ve oradan sana el sallayacağım" cevabını aldıktan sonra yılmadan babasına -o gelmeyecek gemiye- el sallıyor. Bir gün babasının geleceği inancını hiç yitirmiyor. Annesinin neden kendilerini terk ettiğini sorduğunda babası daha renkli bir hayatı olmasını istedi ve gitti diyor. Yanındakiler gitmesin diye renkli şeyler giyiyor mütemadiyen bu adam.

Aşık oluyor bu İsmail Abi hem de öyle böyle aşık olmuyor ama gereksiz acı için bu adam aşık olduğu gün terk ediliyor. Ve o kadar güzel üzülüyor ki komedi dizisinin karşısında oturup ağlıyorsunuz için için.

-Mecnun İsmail Abi'yi İsmail Abi gibi görüyor beynindeki aynada- çünkü o adam tam olması gerektiği gibi bir adam.

Uyarı niteliğinde not:
Dizinin 17., 23. bölüm sonu ve 24. bölümleri dağıtabilir insanı.



İzleyin ama kısaltılması için de dua edin. Yoksa bu kadar kaliteli yapım eriyip gidecek...

Salı, Temmuz 12

Playstation Network

Bilindiği gibi Anonymous isimli hacker grubu Playstation Network'ü hacklemiş ve PS sahibi insanlar PSN'e girememiş, var olan şifreler çalınmış, yeni PS alan insanlar PSN'e kayıt olamamıştı.

Sony Mayıs ayında PSN'i eski kullanıcıları için açtı yeni kullanıcılar da (ben dahil) orijinal oyunları ellerinde beklemeye koyuldular. PSN hesabı almış olmanın verdiği bazı avantajlar var. Multiplayer oyunlar oynayabiliyor, oyunların içinden çıkan kodlar ile indirilebilir içerikten faydalanılabiliyor, kredi kartı ile online oyun satın alabiliyorsunuz. Ülkemizin muhteşem vergi politikası sebebi ile yurt içinde 100 TL olan bir oyun PSN üzerinden 20$ civarında olabiliyor. Ayı şekilde sendit.com gibi sitelerden oyunları orjinal olarak ucuza satın alabiliyorsunuz.

Neyse ben de önceki yazımdan da belli olacağı gibi Assassin's Creed'e taktım. Oyun elime bir yerden geçti oynadım çok beğendim ve Ubisoft'a para kazandırmak istedim. Çok sevdiğim yazarların kitaplarını, sevdiğim şarkıcıların albümlerini nasıl korsan olarak edinmiyorsam bu oyunu da korsan edinmek istemedim.

Her şey Assassin's Creed 2 Complete Edition'ı satın almamla başladı aslında. Oyunda Desmond Ezio'nun hatırlarını yaşıyor (önceki yazımdan okuyabilirsiniz) benim oynadığım versiyonda 2 kısım eksikti. Oyun bitirilebiliyor problem yok ama var olması gereken 2 hafıza bölgesi yok. Ubisoft çakallık yapmış ve bunları indirilebilir içerik olarak koymuş (benzeri şekilde indirilmeyen sadece kapalı hale getirilmiş 3 görev de var) Complete Edition, Collector Edition, Black Edition, White Edition, Platinium Edition, Limited Edition vs. gibi versiyonlarında bu kısımlar mevcut fakat bunlara erişebilmek için PSN'e girip Playstation Store üzerinden indirmeniz gerekiyor.

Fakat bu Sony bir türlü yeni PS Hesapları için sitesini açmadığından oyun elimde patladı. Bir ay kadar bekledikten (ve başka arkadaşlarımdan hesap alıp başarısız olduktan sonra) Sony'e mail attım. Durumu anlattım dilim döndüğünce.

Şöyle bir cevap geldi:

Hello Mesut,

Thank you for contacting us. We sincerely apologize for any inconvenience this may have caused and understand how frustrating this may be. We are more than happy to assist you with this error you are receiving. Due to high network traffic and light maintenance, you may experience errors or intermittent connectivity when accessing the PlayStation®Network (PSN). Successful downloads and voucher code redemptions as well as account creations may take several tries. At this time, we will ask you to please keep trying or try again at a later time as the network congestion eases.

You may however, create this account at Qriocity.com. For your convenience, we have included a link below that you will want to follow and there you will be able to create a new PSN account.

http://www.qriocity.com/us

We truly appreciate your time and patience on this matter,


Regards,
Chad P.


Kısaca diyor ki yahu işte ağ yoğundur şöyledir böyledir denemeye devam edin ya da qriocity.com üzerinden kayıt olun.

O siteye girince bizim ülkemize böyle bir hizmet verilmediğine dair bir mesajla karşılaşıyoruz. Sinirlendim; dalga geçiyor olmalısınız minvalinde mail attım. Sonra sitenin altındaki "Create an account" linkine deneme maksatlı tıkladım. Çalışıyor link. Sonra tekrar mail attım önceki maili ciddiye almamalarını istedim site açılmasa da link çalışıyor dedim +rep dedim teraziyi tıkladım.

Şimdi gelelim burayı okuyan 3-5 kişiye olur da PS alırsanız PSN de lazım olursa ki olacak, o zaman qriocity üzerinden alın ID'nizi.

Bir hatırlatma daha yapayım. Türkiye adresi girdiğinizde kabul etmiyor. Türkiye region 2 olduğundan ve Amerika'dan değil de İngiltere'den oyun aldığımızdan (orası da region 2) İngiltere
adresi girip üyelik alın.

Olur da Amerikadan oyun gelir ben onun da kodlarını girerim diyorsanız o zaman bir tane de Amerika için ID alın.

Gelelim birden fazla ID ile PS3'ten giriş yapmaya. Eğer aldığınız ID ile giriş yaptıysanız ikincisi ile giriş yapmaya çabaladığınızda "you cannot sign in using another user's sign-in id" diyecektir. Yahu nasıl başkasının benim işte o da deseniz bile PS bunu pek dinlemiyor. O vakit PS içerisinden kendinize yeni bir kullanıcı tanımlamanız gerekiyor. Böylece her kullanıcının kendi ID'si olduğundan sadece kullanıcıları değiştirmek yeterli oluyor.

Eyyorlamam bu kadar.

Pazar, Temmuz 10

Assassin's Creed


Bir oyun hakkında blog yazısı yazmak için o oyunun bir oyundan fazla olması gerektiğini düşünüyorum ve o sebeple yazıyorum. Çünkü bu seri bir oyundan çok fazlası.

Serinin ilk bölümünü oynamadım. İkinci bölümünü ve Brotherhood ara bölümünü oynadım. Bu kadarı bile oyunu yapanlara olan saygımın artmasını ve oyunun orjinallerini satın almamı sağladı.

2. Bölümde Abstergo isimli bir şirketin laboratuvarında bir deneye tabii tutulan Desmond Miles isimli bir karakteri yönetiyoruz (Sanıyorum ilk bölümde de aynı kişiyi yönetiyoruz). Lucy isimli laboratuvar görevlisi şirketin emellerinin farklı olduğunu söyleyip oradan kaçmamızı sağlıyor ve depomsu bir yerde şirketteki laboratuvarda bağlı bulunduğumuz makinenin bir kopyasına burada bağlanıyoruz ve oyun aslında burada başlıyor.

Desmond Miles özel bir insan (bir çeşit yarı tanrı bile denilebilir) atalarından aldığı genleri sayesinde normal insanlardan farklı olarak gece görüşü tarzı bir görüşe sahip.

Oyunda Desmond bağlı olduğu makineye konulan kan sayesinde o kana sahip kişinin anılarında dolaşıyor. DNA'dan hafıza transferi bir nevi. Yeni Çağ İtalya'sındaki Ezio Auditore isimli bir karaktere bürünüyorsunuz. Bu karakter kız peşinde koşan uçarı bir genç. Küçük bir erkek kardeşi var, bir ağabeyi var ve bir kız karddeşi var. Babasının bir takım gizli işleri var hatta oyun başladığında babası bir kaç mektup taşıtıyor Ezio'ya. Bir kaç mektup götür getirinden sonra ailedeki tüm erkekleri Papa astırıyor.

Oyun Ezio'nun ailesinin neden asıldığını aramasına dönüşüyor. Annesi ve kızkardeşi ile birlikte amcasının yanına Monteriggioni'deki villaya yerleşiyorlar. Ezio babasının gizli odasını buluyor oradan kıyafetler buluyor ve bir suikastçi oluyor. Amcasının yanında dövüş dersleri alıyor. Leonardo Da Vinci'ye eski Assassin'lerin mezarlarında bulduğu şifreli kağıtları veriyor ve bunlarda yer alan planlar ile silahlar tasarlatıyor.

İlerleyen zamanda anlıyoruz ki Piece of Eden (Adem'in elma'sını arıyoruz aslında) babası ve daha öncekiler de hep bunu aramışlar. Kutsal Kase gibi bir şey bu özel güçleri var iyilik için kötülük için kullanılabiliyor ve dünyada her kıtada bir tane (yanılmıyorsam) bulunuyor.


Bir de Subject 16 isimli Desmond'dan önce bu deneyde yer alan kişi var. Bu kişi de aynı şekilde Ezio'nun hatıralarında dolaşmış ve tabiri caizse gerçekleri gördüğünde kafayı sıyırmış. Bağlı bulunduğu makineyi hacklemiş ve hatıralar içinde Hansel ve Gretel tarzı ekmek kırıntıları bırakmış. The Truth adı verilen bu parçaları oyun içerisindeki sembolleri bulup bulmacasını çözünce bir kısa filmle karşılaşıyorsunuz.

Bu filmi oyun içinde çözebiliyoruz. Filme göre Adem ve Havva yok olmak üzere olan bir gezegenden kaçmışlar ve özel bir gücü bulunan bir küreyi de yanlarında getirmişler. Desmond, Ezio, İlk bölümdeki Altair, Subject 16, Ezio'nun babası ve kardeşleri hep bu soydan geliyor ve özel insanlar. Dünyadaki insanlarla çiftleşmemiş kendi aralarında çiftleşip türlerini devam ettirmişler.

Küreden haberi olan insanlar elbette var Papa da bunlardan biri. Dini bu yüzden kullanıyorlar insanlar gerçeği öğrenmesin ve tüm güç kendilerinde olsun diye. Ezio'nun babası elmayı bulmaya yaklaşınca Papa onu ve ailesindeki tüm erkekleri ortadan kaldırıyor.

Oyunun sonunda Ezio Papa'yı Vatikan'da gizli bir yerde sıkıştırıyor öldürmüyor ama elmayı kullanarak Minevra ile konuşuyor. Minevra dünya hakkındaki gerçekleri anlatıyor ve Ezio ile değil Desmond ile konuşuyor. Ezio Desmond'ın kim olduğunu bilmiyor, hatta konuşurken direkt kameraya bakıyor ve oyunu oynarken sizinle konuşuyor hissi veriyor...

Oyunun ara bölümü Brotherhood'da ise Papa'nın oğlu Cesare Borgia Ezio'nun villasını top atışına tutup elmayı çalıp gidiyor. Ezio ve ailesi kurtuluyor ve Roma'ya geliyorlar. Elmayı bulmaya çalışıyor ve elmayı bulduğunda onu Colliseum'a saklıyor. Demond bunu öğrendiğinde günümüzde oraya gidip elmayı alıyor ve oyun bitiyor. Brotherhood'da çok fazla önemli bir şey olmuyor elmaya günümüzde ulaşıyor olmak dışında ve kendimize Assassin ordusu kurabilmemiz dışında. Ayrıca Subject 16'nin yine bazı bulmacaları var bu bölümde de. Bulmacalardan film oluşmuyor bu defa. Subject 16 ile görüşmek için bir sanal ortam çıkıyor. Bir de bulmacalar sırasında mektup, telefon konuşmaları falan çıkıyor dinlemek okumak lazım. Komplolar havalarda uçuyor.

Oyunun ilk bölümünü bekliyorum ve Kasım ayında çıkacak olan son bölümü içinde ön sipariş verdim. Kesinlikle oynanması gereken bir oyun. Fakat oynarken konuyu da özümsemek gerekiyor. Çok sağlam bir senaryo üzerine çok sağlam bir oyun yapılmış.

Dizisi, filmi her ne ise bir şekilde yapılmalı diye düşünüyorum. Fakat bu kadar konuyu 3-4 saatlik filmlere sıkıştırmak yerine bir kaç sezonluk dizi yapılsa muhteşem olur.

Ne demiş Suikastçi İnancı "Hiç bir şey gerçek değil, her şeye izin var" (Nothing is true, everthing is permitted)

Pazartesi, Haziran 13

12 Haziran 2011 Genel Seçimler

Kesin olmayan sonuçlara göre %50 AKP, %26 CHP, %13 MHP, %6 BDP

2002 yılında AKP ilk kurulduğu zaman; Türkiye'de siyasi bir arayış vardı krizden çıkamamış bir ülke idi Türkiye. Refah'tan ayrılıp kendi yolunu çizen Tayyip bu arayışı gördü ve tabanından tavanına tıpkı Turgut Özal'lı ANAP gibi çalıştı ve %34 oyla birinci parti oldu.

Burada aslında sağ seçmen kitlesinin çokluğu dikkat çekici darbeden sonra İmam Hatiplerin açılması, Fetullah Gülen'in ortaya çıkması ile birlikte Türkiye dinci bir halka sahip oldu. Dolayısıyla bu dinci halk seçimlerde hep merkez-radikal sağ partilere oy verdiler. Ilımlı sağ diyebileceğimiz ANAP gibi çalışan AKP, ılımlı İslam adı altında sağ oyların büyük kısmını topladı.

Krizin sona ermesi, Türkiye'ye sıcak para akışı, iş yapan yapmayan her türlü özelleştirilebilir devlet kurumunun özelleştirilmesi ile birlikte ekonomi canlandı. Fakirleştirip, sadaka vererek sevindirme oyunu oynayan AKP bunun en güzel örneğini makarna, kömür ile oy toplayarak gösterdi. AKP ilk 4 yıllık döneminde fakirleştirilmiş halka bedava kitap dağıttı. Kitaplar nerede basılıyor, içeriklerinde neler var 11 yıllık öğretimden çıkan öğrencinin bilgi düzeyi nedir ne değildir bilinmiyor. Aslında biliniyor yurt dışı bilgi yarışmalarında ilköğretim öğrencilerimiz genelde sonuncu oluyorlar.

Sonra AKP yollar yaptı, çöken, çizgisi düzgün çizilmemiş duble yollar yaptı. Halk beton seviyor olmalı. Bir ara hızlı tren yaptı ilk seferinde kaza oldu. Suç makiniste atıldı.

Sonraki seçimlerde (Cumhurbaşkanını meclis seçemediği için erken seçim yapılmıştı) halk bu defa %47 ile AKP dedi. Bu dönem Tayyip bey'in kalfalık dönemi olarak nitelendirdiği dönem. Bedava kitaplı öğrencilerin eski sisteme göre ilkokulu bitirdikleri dönem. Bu 4 yıllık dönem içerisinde CHP lider değiştirdi, TRT Kürtçe kanal açtı, teroristler davulla zurna ile karşılandılar ayaklarına mahkemeler gitti. Ergenekon diye bir oluşum ortaya atıldı düşünen, bu iktidarı tehlike olarak gören kim varsa terörist ilan edildi ve tutuklandı, internete sansür geldi. Medyada tarafsız organ kalmadı. Basılmamış kitaplar ortadan kaldırıldı. Kitabın yazarları terör örgütü üyesi olmakla suçlandı, KPSS sınavında belirli bir kesime sorular dağıtıldı, YGS sınavında şifre skandalı ortaya çıktı vs.

Kalfalık dönemi Hitler Almanyasına yaklaştı kısacası.

2011 seçimlerinde yukarıda da yazdığım gibi %50 oldu oy. Tayyip bey balkon konuşmasında (daha önce sık sık dile getirdiği BOP Eş başkanlığı sıfatı ile konuştu zannediyorum) sadece Türkiye değil, Beyrut, Suriye, Kudüs vs. de kazandı dedi. Türkiye olası bir İslam birliğinin liderliğine soyunacakmış gibi geliyor bana. Arap ülkeleri gibi olmamıza ramak kaldı. Ustalığından korkuyorum...

Her seçim sonrası Türkiye haritası üzerinde alınan oylar renklerle gösterilir. 2002, 2007, 2008 (yerel seçimleri), 2009 (referandum) haritalarında görülebilecek şey şuydu karadeniz hariç sahil illeri sol partileri seçerken iç kesimler sağ partilere oy veriyordu. Üzerine espriler yapılıyordu Türkiye'nin vitamini kabuğunda gibi. Artık o sahil kesimlerinden Akdeniz de AKP oldu. Sadece Ege kıyıları kaldı. Kanser gibi yayılıyor AKP.

Yeni dönemde İstanbul'a kanal açılacak milyarlarca lira İstanbul'a akıtılacak. Türkiye'nin doğusunun batıya göçü hızlandırılacak. Çünkü halk verdiği verginin karşılığını görmek için yatırım yapılan yerlere gitmek zorunda kalacak. Doğu illeri BDP ile zaten ayrılmak istiyor gibi davranıyor. Türkiye bölünürse hiç şaşırmam.

Ayrıca yeni dönemde eğitim sistemimizin daha beyinsiz öğrenci yetiştirmesinin sağlanması adına bedava elektronik kitap dağıtılacak. Çocuklar okumaktan uzak kalacak, kitap kokusu sevgisi nedir bilemeyecek ve iki dönem sonunda o çocuklar seçmen olacak.

Krallık dönemine hazırlıktır bu ki zaten 2011 seçimlerindeki slogan da Hedef 2023 idi. 2023'ün seçmenini eğitiyorlar 2002'den beri.

Bir ara Aysun Kayacı "dağdaki çobanla benim oyum bir mi" demişti de veryansın edilmişti kadıncağıza. Halbuki dediği çok doğru. Eğitim sistemi içinde düşünmesi engellenmiş her birey dağdaki çoban gibi artık. Olmaz bu diyeceğim ama olsa ne güzel olur. YSK seçim öncesinde bir genel kültür sınavı yapsa ve her seçmene bir puan verilse. Sonra bu puan bir katsayıya dönüşse ve verilen oy o katsayı ile hesaplansa.

Örneğin sınavdan tam puan alan 5, hiç alamayan 0.5 puan alsa ve oy sayısı böyle belirlense ne güzel olur. Halkın bir kesiminin cehaleti tüm milleti etkilemiş olmaz böylece.

Seçim sloganı Hedef 2023 için bir resimle yazıma son veriyorum. Belki de son yazım olur bu ustalık dönemi bu belli olmaz neler olacağı...

Pazartesi, Mayıs 16

15 Mayıs 2011 İnternetime Dokunma

Dün güzel, güneşli bir Pazar gününde binlerce kişi İstiklali doldurduk. Her ideolojiden insan ortak bir görüş için oraya toplanmışlardı; 22 Ağustos'ta gelecek olan internet filtresinin saçmalığı.

Yürüyüş çok renkli idi. Çoluk çocuk, genç yaşlı, türbanlı türbansız, hep bir ağızdan özgürlüğümüze uzanan ellere hazırladığımız lafları ettik. Eylem sırasında evleri aradık, bu kadar kalabalık kesin medyada çok yer bulmuş olmalıydı ve halk da bunu görmeliydi diye düşündük. Fakat olmadı; kimse televizyonda bunu görmedi. Ben yürürken; ATV, KanalTürk, FlashTV, Samanyolu TV kameralarını gördüm fakat belli ki bir yerden bu haberin haber değeri taşımadığı bilgisi ulaşmış medya kuruluşlarına.

14 Mayıs tarihli Sosyal Medya programında BTK 2. Başkanı Dr. Turgut Ayhan Beydoğan'ı izledim. Özetle şunu dedi: "300bin şikayet var bunun %85'i cinsellikle, çocuk istismarı ile ilgili,biz de filtre getirmenin uygun olduğuna karar verdik."

Türkiye'de internet kullanan yaklaşık 40 milyon kişi var. 300 binin %85'i yüzünden zaten sansürlenen sitelere giremiyoruz yani 255 bin kişi 40 milyon kişinin internette ne göreceğine karar veriyor hali hazırda. Sonra BTK da diyor ki yahu bir sürü şikayet var biz de toptan filtre getirelim. 39 milyon 745 bin kişi şikayet etmiyor ama onların bir söz hakkı yok! 255 bin kişinin söz hakkı var.

Bu da ancak İleri Demokrasi'de olur sanıyorum. Binde 6 gibi bir orana tekabül ediyor yanılmıyorsam. Halkın seçimlerde bir partinin meclise girebilmesini sağlamak için en az %10 oy vermiş olmasını isteyenler (buna halk iradesi diyenler) binde 6'ya ne diyor bilmiyorum.

Eylem sırasında hiç haber yapılmadığını Okan Bayülgen de dün geceki programında şuna benzer sözlerle aktardı "çok güvendiğim haber kanalları ve muhabirler bu olayı haber yapmadığı için üzülüyorum".

Zaytung'dan haberin medyada yapılmaması ile ilgili eğlenceli bir haber

Bazı kanallar ise yaklaşık 200 kadar kişi diye haber yaptılar. Serdar Kuzuoğlu'nun bloğunda yazdığı gibi sadece yankesici sayısı 200 den fazlaydı muhtemelen. Ki kaba bir hesapla İstiklal Taksim'den Tünel'e 2,5 km. 20 mt genişlik. 2500x20 = 50000 mt2. mt2'ye 1 kişi olsa 50000 kişi...

Neyseki 22 Ağustos'a kadar bloglarımız açık.









Salı, Mayıs 3

22 Ağustos 2011

AKP her türlü sansürü hayatlarımıza soktu. Her türlü yasağı "ileri demokrasi" başlığı altında ilmek ilmek işledi yaşantımıza. 24 yaş sınırı getirildi içki alabilmek için (pompalı tüfek alımı içinse 18 yaş sınırı getirildi), sigara içme yasağı getirildi, tv sansürü geldi her çeşit ve en sonunda var olan internet sansürü de boyut atlayarak hayatımıza girecek. Tabiki 12 Haziran seçimlerinde halk olarak bir DUR! demeyi başaramazsak.

22 Ağustos itibarı ile internete devlet eli ile filtre geliyor. Buna göre 4 farklı paket halinde kullanıcılara sansürünü seçmesi istenecek. Aile filtresi, çocuk filtresi, türkiye filtresi ve standart filtre. İşte ileri demokrasi bu sanıyorum kendi sansürünü seçebilme hakkı!

Yani devlet diyor ki; vatandaşlarım siz çocuklarınızı internetin zararlarından var olan filtre programları ile koruyamadınız, hatta kendinizi de koruyamadınız ve biz güvenli interneti sizin için yapıyoruz.

Nedir bu filtre?
Öncelikle çocuk filtresini seçtiniz diyelim. Bu durumda evde çocuk olmadığı durumda bile internette yetişkin bir içeriğe erişemeyeceksiniz. Erişmeye çalıştığınızda uyarılacaksınız, proxy, dns değiştirerek erişirseniz suç işlemiş olacaksınız.

Aile filtresinde TV'lerdeki komik hale gelen akıllı işaretlerin uygulaması gibi istediğiniz içeriğe ulaşmanız zor olacak hatta imkansız olacak çünkü aile yapısına zarar verebileceği öngörülen sitelere giremeyeceksiniz.

Türkiye filtresi seçti iseniz yurt dışındaki herhangi bir siteye erişemeyeceksiniz.

Standart filtre ile şu andaki internet ile başbaşa kalmış gibi görüneceksiniz.

Geçenlerde bir liste yayınlandı. Alan adlarında bulunması sakıncalı kelimeler listesi. Bu kelimeleri seçen aklı penisinin kıvrımındaki yöneticilerin filtreleme için kullanacakları programların anahtar kelimeleri nasıl seçecekleri çok belli aslında. Haydar isminden etkilenen bir yönetici pekala Osman isminden de etkilenebilir. Alan adı değil içerik filtrelemesi olacağından bu durumda içinde Osman geçen herhangi bir siteye erişiminiz söz konusu olmayacak. Dolayısıyla Osmanlı Devletini bir araştırayım diyene "al sana!" diyecek sevgili filtremiz.

Daha da abartarak, içinde devletin halk tarafından görülmesinin istenmediği herhangi bir içerik olan bir site ne olursa olsun açılamayacak, açılmak istenirse suç sayılacak. Burada anlaşılması gereken bir şey var. Sansür sadece pornoya değil, devletin uygunsuz gördüğü her türlü içerik, bunun içinde ateizm de olur, evrim de olur, eğitim sistemi hakkında yazılar da olur, muhalif içerik de olur vs. aklınıza gelebilecek her şey olur.

Bunu neden yapar bir otorite? Çünkü halkının her ne suretle olursa olsun bilinçlenmesine tahammülü yok. Çıkmamış kitabın taslağını toplatan, yazarını tutuklayan bir hükumetten bahsediyoruz. İçinde hakaret içeren video olduğu gerekçesi ile tüm youtube'u erişime kapatan bir hükumetten, içinde hükumet kanadına yazılar yazıldığı gerekçesi ile tüm Ekşi Sözlüğü kapatan bir hükumetten, tipini beğenmedi diye heykel yıktıran bir hükumetten, canım istedi böyle güzel olur diye İstanbul'a saçma sapan bir kanal açma niyeti olan bir hükumetten bahsediyoruz.

Dün radyonuzu televizyonlarınızı üst kurulları ile elinizden aldılar, bugün internetinizi iletişim başkanlıkları ile erişime engelli sitelerle doldurdular, yarın internetinizi elinizden alacaklar. Bilgi edinme hakkınızı elinizden alıyorlar. Yandaş olmayan her iletişim kanalı bir şekilde bertaraf edildi. Güzellik uykusundan ne zaman uyanacaksınız?

23 Ağustos itibarı ile bu yazıyı (ve buna benzer yazıları) okumanızın büyük ihtimalle olanağı kalmayacak. Dolayısıyla yol yakınken 12 Haziran'da AKP dışında bir partiye oy verin. İsterseniz SP'ye oy verin ama bunlara değil.

Bianet'in konu ile ilgili haberini okumak için tıklayınız.

Çarşamba, Nisan 27

Çılgınlıklar Ülkesi

Malumunuz seçimler yaklaştı herkesten projeler silsilesi duyuyoruz. Aklı başında projelerin yanı sıra açıklayanın bile "çılgın" dediği bir proje açıklandı bugün. Proje; karadeniz ile marmara arasına bir kanal ile boğaz geçişini rahatlatmakmış. Bir ülke sadece bir şehirden ibaret sayılırsa böyle açıklamalar da kaçınılmaz olur. Binali Yıldırım açıklama sonrasında tabii ki bazı eleştiriler olacaktır ve bunlar kaale alınmayacaktır dedi. Yani kim ne derse desin biz bunu yapacağız dedi. Şehir Plancısı bir öğretim görevlisi; bu öğrencilerimden gelse proje diye sıfır veririm dedi. Dahası başbakanımız projesini açıklarken yerini tam olarak söylemedi. Yeri bile belli olmayan bir projenin maliyeti yaklaşık 20 milyar dolar.


İstanbul'un buna mı ihtiyacı var yoksa olası depremde yerle bir olmamaya mı? Türkiye'nin 20 milyar doları var mı çarçur edecek? Halk ödediği verginin karşılığını ülkenin hiç bir yerinde alamayacak, verilen vergiler bu çılgın projeye kaynak olacak. Kemal Kılıçdaroğlu sadaka değil aile sigortası vereceğiz dediğinde "kaynak" soran başbakanımız bu projenin kaynağını değil kaymağını düşünüyor sanıyorum. İstanbul'un su havzaları, ormanları kimsenin umurunda değil. Hele bir de öngörülen yerlere uydu kent yapılırsa bu kadar insan bu şehre nasıl sığacak belli değil.




Dün insanlık anıtı "ucube" yıkılmaya başladı. Bugün başbakanımız, padişahımız efendimiz çanak çömlek çıkıyor diye marmaray'ı bitirtmiyorlar dedi. Üçüncü köprüye de karşı çıkıyorlar, hızlı tren yapıyoruz her yere dedi, onu dedi bunu dedi, aldı alkışını.

Bu ülke gelecekte heykel yıkan ülke olarak, arkeolojiye çanak çömlek diyenlerin ülkesi olarak anılacak. O çanak çömlek dedikleri de 3 tane kadar liman, onlarca gemi vs. yani İstanbul'un bilinen tarihinin baştan yazılmasını sağlayacak kalıntılar. Ayrıntısı için şu yazıyı tavsiye ediyorum
Olması gereken
Yapılması planlanan

Üçüncü köprü elbette bu şehre lazım; fakat kuzeye değil güneye lazım o köprü. Hatta mümkün mertebe Boğaz Köprüsüne yakın olmalı, hatta ve hatta boğaz köprüsünün hemen yanına olmalı. Kuzeye yapılacak her yol bu şehri genişletecek, ormanları yok edecek, su havzalarını kurutacak.
Deniliyor ki bu yapılacak 3. köprüye ray da yapılacak. Yani deniyor ki toplu taşıma da olacak. İyi de tüm şehir güneye yayılmış, kuzeyde kimi taşıyacak bu toplu taşım araçları? Kuzeye yerleşim yapılacak yani... Bir de güneydeki ulaşıma bakalım. 1.köprüde 6 şerit var 3 gidiş 3 geliş, E5'te ise 5 şerit gidiş 5 şerit geliş. Çocuğa sorsan huni etkisinden köprü tıkanıyor der. Köprüyü genişletmek lazım ama köprü arazisi zaten hazinenin olduğundan rantı yok. Rant nerede kuzeyde, o zaman hadi oraya köprü yapalım!

Bir de metrobüs çılgınlığı var bu şehirde. Ulaşım çok rahatlamış Avcılar'dan Söğütlüçeşme'ye toplu taşımada çığır açılmış. E5'i böldüler, Anadolu yakasında da köprü bağlantı yolu ile Söğütlüçeşme'ye kadar olan kısmı böldüler 2 şerit ortaya çıkardılar. Yollar daraldı trafik daha da sıkıştı. Sonra bu metrobüsler de köprüden geçiyor o da trafiği artırıyor ama kimsenin umurunda değil. -Atıl durumdaki metrobüslere değinmiyorum bile- Duraklara ulaşmak, o duraklarda inmek, binmek için her şeyi göze almak lazım. Hele bir de engelli iseniz o zaman daha fena dik dik merdivenleri artık nasıl iner çıkarlar, o sıkış sıkış otobüslere nasıl binerler belli değil.


Bu yol zaten bölündü Avcılar'dan Zincirlikuyu'ya rayı şimdiden döşemeye başlasalar iki yıla kalmaz metrobüs salaklığı, tramvay akıllığına dönüşür. Fakat çılgın yöneticilerimizin çılgın fikirleri ile çılgınca yaşıyoruz işte.

Hızlı tren olayına bakıyorum bir de aklıma ilk gelen Pamukova'daki facia. Yani eski rayda hızlı giden trenin faciası geliyor. Hızlı değildi gerçi o tren "hızlandırılmış" idi.

Bir de çok övünülen duble yollar var. Ben arabamla seyahat etmeyi çok seven biriyim ve İzmir-İstanbul arasındaki duble yolu gördüm. Önceki yolun çizgileri hala duruyor yer yer çöküntüler var. Gözün dalsa ters yöne saptım sanırsın, çizgilere uymaya kalksan soluğu tarlada alırsın.

Hasılı bu ülkede yaşayabilmek için zaten çılgın olmak lazım. Benzin olmuş 4.5 TL. Aldığın nefesin vergisi %26 + %18. Verginin vergisini ödüyoruz gıkımız çıkmıyor!!!

Pazartesi, Nisan 25

ÖSYM

Geçen yıl yapılan KPSS sınavından sonra ayyuka çıkan ÖSYM saçmalıklarına bu hafta sonu bir yenisi daha eklendi. Bu kurumun amacı ülkedeki her türlü sınavı yapmak gibi görünüyor. Ehliyet sınavından, kamuya personel alımına kadar geniş bir yelpazede sınavlar yapan bir kurum bu. Benim zamanımda sadece okul sınavları ile ilgilenirdi. Adı da o yüzden Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi. Daha sonra ehliyet sınavlarındaki yolsuzluklardan dem vuruldu sınavların bir merkezde toplanması adına ehliyet sınavlarını da bu kurum yapar oldu.

Sonra devlet torpilin önüne geçmek için memurunu sınavla almaya karar verdi. Önceden adı DMS (Devlet Memurluğu Sınavı) idi sonra KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı) oldu. Bir sınav yapıldı. İnanılmaz bir şekilde sınavda bir sürü insan full çekti. Araştırıldı ve soruların sınavdan önce dağıtıldığı ortaya çıktı -Torpile gerek yok cevaplar ikram edildi, ki hala torpil mekanizması da işliyor fakat bu defa KPSS'ye girmiş olma şartı aranıyor torpil için-. ÖSYM başkanı istifa etti. Sınav iptal edildi (iptali gereken iki sınav vardı fakat sadece eğitim bilimleri ayağı iptal edildi).

İstifa edenin yerine biri atandı ki evlere şenlik, zaten bu ülkede bir kurumun başına geçmek, bir yerde üst düzey bürokrat olmanın ön şartı badem bıyık.
istifa eden

yerine atanan

İlk olarak YGS sınavı yapıldı bu yeni dönemde; sınavı yaz saati uygulamasının yapılacağı güne aldılar. Takvim belirlemekten aciz bu insanların sınav yapabileceğine ihtimal vermek iyimserlikten öte bir şey sanıyorum. Sonra bu sınav için ülkede saatlerin ayarlanması bir gün ertelendi. Daha sonra basına sorular dağıtıldı ve görüldü ki cevaplar şıkları bir şekilde sıralarsanız ortaya çıkıyor.

Önceki kopya skandalı sonrası; devlet memurunu belirli bir zümreden almak adına o zümreye soruları ikram etmişti ve bir ezber beklenmişti yani bedava olan beynini kullanması gerekiyordu illaki. Sonraki durumda ise ezberlemeye de gerek yoktu, soru hakkında bilgin olmasına hatta soruyu okumana bile gerek yoktu. Verilen desene göre şıkları sırala cevabı sadece cevap anahtarına karala (utanmasalar hazır cevapları karalanmış cevap anahtarı dağıtacaklar).

İlk kopya skandalı sonrasında soruların sadece bir merkezden ikram edilmediği teknolojik cihazlarla sınavda da ayrıyetten kopya çekildiği belirtildi. O sınav sonrası yapılan her sınav şamataya dönüştü. Öğrenci kopya çekemesin diye kalem silgiyi bile içerde dağıtır oldular. Metal herhangi bir obje ile sınava girilememesini sağladılar.

Bu arada bu badem bıyıklarını sevdiğim açıklamalar yaptı durdu. Sınava giren her öğrenciye bir kitap basıldığını ve şifre olmadığını iddia etti. Sonra basına dağıtılan kitapların Master (ana soru kitabı) kitaptan doğru şık sabit tutularak tekrar oluşturulduğunu, fakat öğrenciye verilenlerde böyle bir durumun olmadığını her kitabın ayrı olarak dizayn edildiğini söyledi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu açıklamalar sonrasında tatmin oldu. Daha sonra bir kaç araştırma görevlisi öğrencilere verilen soru kitapçıklarının basına dağıtılan olduğunu ve sorularda şıkları sadece bir adım sağa kaydırmakla şıkların sıralandırıldığını keşfettiler. Bu aşamadan sonra ÖSYM başkanı şifre var ama vallaha da isteyerek değil açıklamasını yaptı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan şu gün oldu hala bu tatmin olamadılar bu açıklama sonunda.

Bu YGS sonucunda Liseliler Cumhuriyet tarihinde ilk defa zaten saçma olan sınav sisteminin bu şekilde adam kayırma yolu ile yapılıyor olmasından rahatsız olup meydanlara döküldüler. Bana kalsa az bile yapıyorlar sadece meydanlarda hak aranmaz ayrıca yaptırım da gerekir. Bu devlet halkına muhtaç, halk devlete değil. Aynı şekilde ÖSYM öğrencilere muhtaç; öğrenciler biz bu sınavların objektif olduğuna inandırılana kadar (tatmin olana kadar diyelim trend bu) ne okula gidiyoruz ne de sınavlara giriyoruz dese, bu ülkede bir sürü şey değişir.

Düşünelim bir kere yaklaşık 2 milyon öğrenci okulu boykot etsin, üzerine de ÖSYM'ye sınav için başvuru olmasın. Başvuru parası alamayan ÖSYM ne yapacak? Okullar boş kalnca MEB ne yapacak? Dahası tatmin olan devletin başındakiler ne yapacak? Ben eminimki bu kurumun yaptığı hiç bir sınava başvuru olmasa bu kurum yerini daha adil bir kuruma bırakır.

Geçtiğimiz hafta sonu (24 Nisan 2011 yani dün) ALES yapıldı. Türkiye'nin en büyük ili olan İstanbulda bisiklet yarışının olduğu yolların kapatıldığı bir güne sınav koydular. Hadi diğer kentlerde böyle bir sorun olmadığından es geçildi diyelim. İzmir'de sınava giren öğrencilere verilen kitapçıklar eksik, sayfaları karışık idi. Yedek kitapçıklar da yeterli olmayınca sınava Manisa'dan yedek kitapçık getirilmesi beklendi ve sınav 1 saat geç başladı.

Bir de bu kurum kopyanın öğrenci tarafından çekildiğini sanıp; üzerinde bozuk para, anahtar vs. ile sınava girmesine izin vermiyor. Fakat sınava girilecek merkezi de öyle bir seçiyor ki evlere şenlik. Kadıköy merkezde oturan birini 25 km ötede Esenkent'e verebiliyor. Eee ulaşım nasıl olacak. Arabanız yok ise en az 3 vasıta. Yalnız kalan biri olduğunuzu düşünün ve aracınız da yok. Yani evin anahtarını yanınıza alamayacaksınız. Minibüsle sınav yerine ulaşacaksınız ve bozuk paraya ihtiyacınız var ama o da yasak! Hadi hepsini geçtim, bisiklet yarışı var yollar kapalı!

Bu arada şu habere de bir göz atın derim bakın kimler kopyacı.

Pazar, Nisan 24

RTÜK

Şimdi bu kurumun amacı nedir? bu sayfadan öğrenebilirsiniz. Okumak istemeyen için özetle;
Kamuya ulaşan televizyon ve radyo yayınlarını denetlemek ve düzgün(!) yayınların halkla buluşmasını sağlamak.

Kurulduğu 1994 yılından beri izleyicilerin başına bela olduğu gibi televizyon kanallarının da başına bela olmaktan başka bir halta yaramamaktadır bu üst kurul.

Kurulmadan önceki 4 yılı ve sonrasını kendimce gözlemledim. (ki tv izleyen radyo dinleyen herkes de bunu ister istemez yaptı)
1990 yılında Magic Box Star1 isimli kanal açıldı ilk olarak o zaman TRT dışında bir kanalın açılması ile birlikte yasaklı/sansürlü olan yayınlanmayan ne varsa yayınlandı. İzleyiciye Avrupa'da izlenebilen neler varsa izletildi. Sonrasında ATV ve Show TV açıldı. ATV, TRT ve STAR'ın ortalaması diyebileceğim yayın anlayışına sahip idi. Show TV ise gündüz vakti (şu sıralar kadın saati denilen vakitte) erotik Türk filmleri yayınlıyordu. Geceleri ise Tutti Frutti ve Colpo Grosso gibi erotik yarışmalar yayınladı, Cumartesi geceleri erotik filmler yayınladı.

Erotik yayınlar dolayısıyla halkın, hükumetin tepkisini çekti ve Kırmızı Nokta uygulamasına geçti. Sadece erotik değil, korku filmlerinde de bu noktayı koymaya başladı.

Kanal kendi kontrolünü kendisi sağlıyordu ve gayet de yerinde idi bu kendi kendini kontrol mekanizması. Fakat bu rahatsızlık Anayasa değişmesine sebep oldu (o zamanki hükumetin Doğru Yol Partisi gibi muhafazakar bir partinin olması ve tabanından oy kaygısı da bu değişikliğin sebeplerinden biri idi). Ne oldu ise ondan sonra oldu. Kanallar yayınlarından dolayı kapatılmaya başladılar; 1 gün, 10 gün yayın durdurma cezaları vs.

Daha sonrası ise tamamen komedi. Oy kaygısı hükumetin üyelerini seçtiği bu kurumun (halkın %50'sinden fazlasının temsil edilmediği bir demokrasi(!) ülkesinde) aldığı kararların iyice bokunun çıkmasına sebep oldu.

Öncelikle sansür geldi. Film içinde kadının memesi görünüyorsa o sahne kesildi. Sahneyi kesmeyenin yayını kesildi. Sonra reklam geliri baskın çıktı ve filmler saçma sapan bir hal aldı. Sonra küfürler gitti. Kemal Sunal şöyle gevrek gevrek "eşşolueşşek" diyememeye başladı. Sonra tabi hükumet de daha muhafazakar hale gelmeye başladı. Önce Refah-Yol sonra ANAP, sonra MHP-DSP koalisyonu ve en sonunda AKP hükumeti...

AKP Hükumeti ile birlikte ulusal kanalların tamamına yakını TRT'ye dönüştü. Gizli reklam diye bir kavram giriverdi hayatlarımıza. Öyle bir durum ki bu yabancı bir film izliyorsun adam bara giriyor barda şişeleri göremiyorsun; buğulanıyor. Dışarıda geziyor mağazalar buğulu, dizi izliyorsun insanlar dışında çevrenin tamamı buğulu.

Hükumet ayrıca yayınların kimlere hitap ettiğini yayın öncesi akıllı işaretler ile gösterilmesi kararının alınmasında katkıda bulundu. Önceleri sevindim çünkü bu akıllı işaretler ile kontrol seyirciye bırakılıyor gibi bir durum çıkıyordu. Çoçuklara uygun değilse izletmez çocuğuna dedim. Fakat o işaretlerin olması da sansüre engel olmadı, aslında hiç bir değişiklik olmadı.

AKP sigara yasağı getirdi ve RTÜK hemen filmlerde, dizilerde sigara görünmeyecek dedi ve komedide yeni perde sigarasız duman!. Çiçekten çıkan duman vs.

Buraya kadar RTÜK'ün yayınlara müdahalesine baktık, bir de reklamlara müdahalesi varki yayıncı ile tam bir köşe kapma mücadelesi.

Özel kanallar ilk çıktıklarında istedikleri an istedikleri miktarda reklam gösterebiliyorlardı (malum parayı bundan kazanıyorlar) sonra RTÜK reklam arası yayın izleniyor buna kısıtlama getirelim diyerek (yanılmıyorsam Refah-Yol hükumeti dönemi) reklam uzunluklarına 7 dakika sınırı getirdi ve yayın içerisinde maksimum 4 kuşak verilebileceğini söyledi. 2 saatlik bir dizinin içerisinde 28 dakika reklam olabiliyordu. Kanallar bunu sanal reklam, tanıtım reklamı, ot reklamı kök reklamı ile aştılar bir şekilde. Daha sonra bir ay kadar önce alınan bir karar ile kuşak sayısına değil zamana bakılmaya başlandı. Yayın akışı içerisinde 1 saat içerisinde maksimum 12 dakika reklam verebilirsiniz dediler. Şimdilerde yayın şu şekilde işliyor 4 dakika yayın 2 dakika reklam, üzerine 10 dakika yayın 3 dakika reklam vs.

Önceden reklam izlemek istemiyorum diyen, reklam girdikten sonra tahmini 10 dakika başka kanala geçebiliyordu şimdi giren reklamın kaç dakika olduğu da belli olmadığından o salak reklamları izletiyorlar.

Bir de herkese ulaşmayan yayınlar var. Dijital Platformlar, yani izleyicinin izlemek için para ödediği kanallar silsilesi. Şimdi sevgili RTÜK zırvalığı! ben para veriyorum değil mi izlemek için yani inisiyatifi elime almışım senin yetkinin işe yaramayacağı bir hale gelmiş olmalı bu yayınlar, çünkü ben paramla seçiyorum. Fakat aynı şartlar bu kanallar için de geçerli. Yani ben aylık belirli bir miktar para veriyorum hatta sinemada kaçırdığım filmi izlemek için üzerine tekrar para verip filmi satın alıyorum (Digiturk Salon kanalları) ve yine sigarasız duman, yine meme uçsun kadın, yine küfürsüz eroin kaçakçısı izliyorum!

Televizyon izlememek lazım bence. Zaten dizilerimiz gereksiz uzun, zaten yayınlarımız ziyadesi ile kalitesiz...

Pazartesi, Nisan 11

TNT


TNT'ye taktım bu defa. Sitesine girdim Tebrik, Şikayet, Öneri linklerinden Tebrik olanı tıklayıp açılan forma aşağıdaki yazıyı yapıştırdım.
"Sizleri tebrik ediyorum bu kadar kaliteli bir kanalı bu kadar kalitesiz bir kanala dönüştürmek yetenek üstü bir durumdur. Mehmet Ali Erbil gibi muhteşem seviyesiz bir showman'i bünyenize katmak, Frame, Dest-i İzdivaç gibi programlarla Flash TV'yi rakip görmeye başlamanız gerçekten takdire şayan. Kanal 7 ile yarışabilmek için bir türkücü talk show programı da bekliyor bünyelerimiz.

Hele şu kırmızı beyaz logonuzu maviye çevirmeniz yok mu? Tam ayarında olmuş bu; artık yerel kanalları da size tercih edemeyecek kimse.

Yayın politikanız bizi herkes izlesin ise o zaman lütfen kalan bir kaç kaliteli yayından da kurtulun bir zahmet. Mesela hala kaliteli yabancı dizi görüyorum akışta ya da akşam kanal gezerken güzel film görebiliyorum. Lütfen bunlardan da kurtuldunuz mu kimse tutamaz sizi.

Adınızı da Super TV falan yapın. Flash TV gibi.

Ettiniz lan kanalın içine!!!"


Logoları bile belli ediyor birisi cool bir logo iken diğeri bildiğin parıl parıl beni seç beni seç diye bağırıyor. Pimp my ride ekibine verilmiş klasik bir arabanın yeni haline benziyor bu logo dönüşümü...

Pazar, Mart 27

Digiturk 2

Önceki yazımda iptal dilekçesini ve üzerine aranıp teklifler sunduklarını anlatmıştım. Bu yazımda iptale bir hafta kala olanları yazmak istiyorum.

Geçtiğimiz Perşembe günü (24 Mart 2011) Digiturk telefonuma çağrı bıraktı... Bildiğin çağrı sanki terkettiğim ve tarafından unutulamadığım bir sevgilim gibi telefonla kendisini hatırlatırcasına. 2 gün aramadılar. Bugün (26 Mart 2011) arandım. Konuşmayı haturladığım kadarıyla aktarayım.

MT (Müşteri Temsilcisi)
B (Ben)

MT-Mesut bey ile mi görüşüyorum?
B-Buyrun benim
MT-Digiturk İptal servisinden arıyorum, daha önce arkadaşlar da aramışlar ama bir de ben ilgileneyim dedim. Öncelikle kalite açısından konuşmalarımız kayıt altına alınmaktadır......Evet neden iptal ettirmek istiyorsunuz?
B-Elinizde dilekçem yok mu? Oradan bakın sebebine.
MT-Hayır o başka bir birimde şu anda siz bana söyleyin ben yardımcı olayım.
B-Hanımefendi zaten daha önce arandığımda da yardımcı olunmak istendi, yardımcı olabileceğiniz tek konu üyeliğimin sorunsuzca iptali olacaktır.
MT-Fakat beyfendi Digiturk avantajlarından faydalanmaya devam etmek istemez misiniz?
B-Ben herhangi bir avantajına 2 yılda şahit olamadım ki oldum desem bile dilekçe yollamazdım kapatın diye.
MT-Ne demek efendim Türkmax, Moviemax Speed, İz TV vs var hoşgeldin paketinde ayrıca National Geographic de var.
Bakın beyfendi size 1 ay bedava tüm kanalları vereceğiz. Üzerine de seçtiğiniz paket için bir ay fatura ödemeyeceksiniz. Düşünmez misiniz?
B-Hanımefendi National Geographic izlemiyorum zaten merak ettiğim bir konu olunca internette belgeselden bol bir şey yok. Ayrıca Türkmax ATV ve TRT'nin elden çıkardığı iğrenç dizileri yayınlamakta ısrarlı. Benim size bir sorun var siz hiç Moviemax Speed izlediniz mi?
MT-İzliyorum tabiki sinema kanallarımız çok iyi.
B-Bakın Premier falan demiyorum Speed diyorum izliyor musunuz onu?
MT-Tabiki beğenerek izliyorum.
B-O zaman beğenilerinizi kontrol ettirin hanımefendi. Ayrıca bu bant kaydını da o kanalda film sağlayan kişilere dinletin. Bakın hanımefendi iki tip film vardır A tip ve B tip. Atip filmleri paralı kanallarınızda yayınlıyorsunuz B tip filmler zaten ulusal kanallarda yayınlanıyor bu Speed isimli kanalınızda yayınlananlar ise C ya da D tipi. Allah aşkına Amerikadan kilo ile mi alıyorsunuz?
Ayrıca daha önce de bana değişik tekliflerde bulunuldu istemiyorum. Birazdan arkadaşınıza devretmek ister misiniz diyeceksiniz. Hayır istemiyorum. Israrlarınızdan vazgeçin.
MT-Peki beyefendi vakit ayırdığınız için teşekkürler.
B-Ben teşekkür ederim.

Sanıyorum 3 gün içinde tekrar aranacağım. Bakın öncekinde 4 TL farkl ile yeni kanal açıyorlardı bu defa bir ay bedava veriyorlar. Bakalım 4 Nisan'a kadar daha neler teklif edecekler.

Dijital Platform almak isteyenlere tavsiyemi yineliyorum. Sakın! Uzak durun. Kablo TV, Tivibu, normal uydu kullanın.

Çarşamba, Mart 16

Digiturk

2009 yılında 2 yıl taahhüt ile bu dijital platforma üye oldum. Bir ay bedava tüm kanalları izletip sonrasında Turksat uydusu ile izlenebilecek ulusal kanallara sadece İz Tv ve Türkmax'ı ekleyip 9.99 TL para almaya başladılar. Ayrıca TRT'de Formula 1 yarışlarını karasal yayınla gayet güzel izlenebilirken bu dijital platform BISS'i otomatik almadığı için yarışlardan da oldum bir müddet.

2009'da lig ilginç gidiyordu Sivasspor liderdi. Maçları izleyeyim bari dedim. Ayda 68 lira vererek Lig Tv'yi açtırdım. 58 liralık fark ile izlenebilen kanal sayısı 2 tane arttı sadece Lig Tv ve Spormax. Sonrasında lig bitti tekrar eski güzel 9.99 luk günlere döndüm.

İşimi değiştirdim 2010 Nisan ayında eskisine nazaran daha iyi kazanır oldum. Sonra emektar 70 ekran TV'nin yerine 32" LCD aldım. Eee o kadar LCD alınca insan daha kaliteli görüntüler istiyor haliyle. Digiturk HD kutu istedim dediler ki 14.99 vereceksiniz olur veririm dedim. O sıralarda TNT de artık yayın yapıyordu fakat sinema paketi ile izlenebiliyordu. Yani antenle alınabilen yayın için 45 lira sinema paketi ücreti istiyorlardı. Olsun Monk'u da izlemeyi veririm canım deyip vazgeçtim. 14.99 ile devam ettim bir müddet.

Lig tekrar başladı HD kalitesinde maç izlemek için vermem gereken para 89 TL idi artık. Olsun canım nasılsa kazanıyorum veririm nolcak dedim verdim bir kaç ay. Sonra iş değiştirip maddi olarak biraz gerileyince tekrar 9.99 luk pakete dönüş yaptım. 2011 yılının Mart ayını bekleyip durdum.

Mart ayı geldi 2 yıllık taahhüt bitti. Nasıl ki Turkcell'den kurtuldum bundan da kurtulmalıydım. Önce müşteri hizmetlerini aradım tam olarak ne zaman üyeliğimin biteceğini öğrendim. Sonra müşteri hizmetlerinden dileçke yazmam gerektiğini bildirdiler. Dilekçemi yazdım fax vasıtası ile yolladım. (Herhangi bir kanal açtırmak, paket değiştirmek, üye olmak için telefon ya da internet yeterli iken üyelik iptali için dilekçe isteniyor hem de fax ile mail falan da değil fax...)

Bir gün sonra arandım. İptal ettirmemem için bir sürü seçenek sundular:
2 ay tüm kanalları bedava izleyin ve sadece 4 lira farkla tüm belgesel kanalları hep açık olsun, (4 liraya belgesel kanallarını istemiyorum dedim)
2 ay bedava tüm kanallar artı 28 liraya Trabzonsporun tüm maçları, (Trabzonspor ayda zaten 4 maç yapıyor her maça 7 lira vermem, öde izle daha ucuza gelir dedim)
2 ay bedava artı Turksat'tan yayın alın ve Trabzonun maçlarına 12 lira verin (Madem bu kadar ucuza verebiliyorsunuz neden 9.99'luk paket bomboş istemiyorum dedim),
vs. vs.

Ya da aboneliğinizi başkasına devredin onlar faydalansınlar dedi hanım kızımız. Ben kurtulmaya çalışıyorum siz arkadaşımın başını yakmamı istiyorsunuz, ayrıca Nisan ayında herhangi bir fatura beklemiyorum sizden dedim. Hemen kontrol etti borçlu olmadığımı gördü ve 3 Nisan 2011 itibarı ile yayınlarımın kesileceğini bildirdi. Peki hangi kanalımızı daha çok izliyordunuz dedi. Lig Tv aboneliklerim sırasında sadece Lig Tv izledim. Sonra 2011 boyunca Lig TV'de maç dışı yayınlar şifresiz olunca yine Lig Tv izledim dedim. Turkmax, İz Tv falan? dedi. Yok dedim izlemiyorum onları, başlarda güzeldi Turkmax; ama şimdi PrimeTime'da Çiçek Taksi izletiyorsunuz, Tatlı Kaçıklar yayınlıyorsunuz TRT'nin binlerce yıl önce vazgeçtiği dizileri paralı olarak yayınlıyorsunuz ne biçim yayın anlayışı bu dedim, üzüldü kadın...

Yarım saat geçmedi tekrar arandım aynı birimden. Az önce ikna edemediniz şimdi daha değişik teklifler mi sunacaksınız dedim. Ulaşılamadı diye not düşülmüş ondan aradım dedi. Düzeltiyorum durumu dedi kapattı.

Nisan ayından itibaren Turksat ile bedava olarak ulusal kanallarımızı izlemeye başlayacağım. Digitürk, D-Smart, Teledünya vs. hiç birini kimseye tavsiye etmiyorum.

Üyeliğiniz varsa iptal ettirin kurtulun. Yok üyeliğiniz var ve size özel seçenekler sunsunlar istiyorsanız yine iptal ettirin en azından daha az vererek daha çok şey izleyin.

Pazartesi, Şubat 21

Ubuntu-Mac OSX-Windows 7

3 Aralık 2009 Perşembe Saat - 19:00
Windows7 üzerine Ubuntu kurulu idi evdeki bilgisayarda. Sonra MacOsX kurmaya çabaladım. Ubuntu'nun kurulu olduğu partition'u formatladım MacOs'a uygun hale getirdim, kurdum. Malumun ilanı gibi oldu tabi başta çalışmadı, fakat ben daha önce bu alete Mac kurmuş idim neden kuramayaydım tekrar... İki deneme daha yaptım olmadı, peki dedim vazgeçtim. Ubuntu silinmişti bi kere olsundu kullanmıyordum zaten. Bilgisayarı açmaya çalıştım ama o da ne? Sen GRUB (Linux'un Boot Loader'ı) kalk Ubuntuyu ara bulama, sonra efendim hali hazırdaki Windows için de bir seçenek koyma "Error: Unknown file system" diye hatayı ver...

Saat - 20:00
Bir yandan "Kurtlar Vadisi" izliyor bir yandan bilgisayarı kurtarmaya çalışıyorum.

Saat - 22:00
Maç başladı bilgisayardan vazgeçtim maç izliyorum.

Saat - 00:10
Bilgisayara geri döndüm....
HIREN Boot'la mı geri almaya çalışmadım, tekrar Mac kurmaya mı çalışmadım, FixMBR mi yapmaya çalışmadım ne yaptıysam olmadı Windows da gitmiş idi...

Sonra Ubuntu'yu tekrar kurayım bari dedim. İlkinde sistemde kurulu bir işletim sistemi yok dedi. Windows'u görmedi. Korktum bişi olur dedim Ubuntu kurmayayım dedim tekrardan Hiren ile mini XP'de açtım. Opera varmış içinde sağolsun oturup saatlerce internette nasıl bilgisayarı düzeltebileceğimi aradım..

Saat - 02:00
Ne olursa olsun dedim kuracam bi işletim sistemi.. Koydum tekrar Ubuntu'yu ellerimle seçerim kurulacak yeri seçeneği ile ilerledim. Bastım formatı eskiden Ubuntu yeniden Mac şimdilerde tekrar Ubuntu olacak partition'a. Kurmaya başladı bir yandan da tırsı tırıs'ım "ya bu GRUB da Windows'u Ubuntu'nun kurulum sırasında dediği gibi yok sayarsa" diye. %80 oldu kurulum, beklemek istemiyorum uyumak istiyorum.. O sırada progress bar altında "Skip" butonu beliriyor. Şükrediyorum Ubuntu'yu kodlayanlara gereksiz kurulum dosyalarını demek ki bu şekilde atlayıp kurulumu hızlandırabilirim zaar diyorum. Fakat o da ne Skip'e basıyorum sonra bizim kurulum skip atıyor kendini. Live Ubuntu başlıyor ve kurmak ister misin diyor...

Saat - 03:00
Tekrar baştan kuruyorum, "Birader ben baktım sen %80 kurmuşun evvelinde ben istersen devam edeyim burdan" der diyorum ama nafile sklemen rengine bürünmüş Ubuntu... Binbir küfürler benden Ubuntu'yu kodlayanlara gelsin diyorum bir yandan da "ulan o kadar küfür ediyorum ama Windows geri gelmezse buna muhtacım deyip küfürleri dıştan söylememeye dikkat et" diyorum, sanki bilgisayar beni duyacak da alınacak mallık ve uykusuzluk hali düşünceleri bunlar olur herkesde belki, bana oldu en azından..

Saat - 03:35
Skip butonu belirdi oralı olmadım mümkün mertebe mouse ile müdahale bile etmiyorum. Aha o da ne siyah ekran "yok artık!" diyorum mouse'a elimi atıyorum. Bilgisayar kurulum srasında uyumuş küfürlerim Ubuntu programcılarının kulaklarını çınlatıyor sanıyorum... Lan kurulum sırasında Power Management mı olur? %90 oldu seviniyorum ama kursağımda bıraktırıyor Ubuntu %10 luk kısımda dil paketi indiriyor internetten lan olum bi sorsana ister misin diye. Daha önce skip ettiğimde skip atılmış olduğundan bunu skip edemiyorum tırıs tırıs'ım iyice...

Saat - 04:00
Ubuntu ben kuruldum artık güncelleme filan da buldum indireyim mi dedi. Yürü git lan dedim içimden Ubuntu'nun yüzüne karşı. İçimden ettim malum GRUB ya Windows görmezse dedim. Ağır adımlarla açılmaya başladı bilgisayar ve GRUB geldi en altta özlemle beklediğimiz canımız ciğerimiz Windows seçeneği ile hem de... Sessiz sevinç çığlıkları ile açtım Windows'u özlem giderdim 15-20 dakika "bir daha senin kurulu hard diske başka sistem kurmam, söz" diyorum. Sarılıyorum sanal sanal Windows'uma...

Saat - 04:30
2 saat uyuyayım da işe gideyim diyorum uyuyorum.........

Yetenek Sizsiniz Aref

Ülkemizde herkes her şeyin en iyisini bilir.

Örneğin herkes teknik direktördür, Schuster yanlış adam seçimi yapmıştır, Ferrari formsuzdur ne işi vardır sahada vs.
Veyahut herkes tarihçidir. Dün TV'de PakizeSuda İzmir'de dolaşıp insanlara iki soru soruyordu Muhteşem Yüzyıl sayesinde ayaklanma çıkan ülkemizin güzide insanlarına. 1.Soru: "Osmanlı Devleti'nde kaç padişah vardı?" 2.Soru: "Osmanlı Devleti varlığını kaç yıl sürdürdü?"

Ecdadımızı böyle anlatamazsınız, tarihimiz böyle değil vs. diye ayaklanan halkın küçük bir kısmına bu sorular yöneltildi. Cevap olarak genelde padişah sayısına "çok eminim 16", "emin değilim 10" tarzı, diğerine ise 500 ila 900 yıl arası cevaplar geldi.

Yahu neden çok basitçe "bilmiyorum" demiyorsunuz? Bu kadar mı zor bilmediğini söyleyebilmek. Bilmemek değil ki ayıp olan bilmediğini gizlemek pahasına saçma sapan cevaplar vermek.

Adam 900 yıl sürdü diyor 10 padişah geldi diyor. 900/10 her padişah ortalama 90 yıl görevde kaldı o zaman!!!
Matematik de bilmiyorlar!

Bugün ortaya çıkan örnek futbolla ilgili değil, tarihle ecdadımızla ilgili hiç değil; ilüzyonla ilgili. Yetenek Sizsiniz isimli yarışmada Aref adlı bir genç var. Adam ilüzyonist çıkıyor milleti şoke ediyor gidiyor, olayı bu. Zaten ilüzyonun da olayı bu amaç şok olmayı istemek zaten.

Sözlüğü açıyorum sayfalarca entry neymiş efendim aslında orda arkada biri varmış da ondan almış ruloyu da sonra da o kutunun içinden çıkarır gibi yapmış da. Yok çok daha iyisini yabancı ülkelerdekiler yapıyormuş da. Yok efendim nasıl şaşırıyormuşuz da youtube'da binlerce örnek varmış da. Hadi bunlar izleyici kitlesinden örnekler. Ki kendilerini de sahnelerde görmek isteriz klavye başında değil. Bir de dipnottv diye bir şey var medya kuruluşlarından birinin haberimsi sitesi.

FriendFeed ve Twitter üzerinden gün boyu buna benzer feedler twitler görebiliyoruz.
Aref'in sırrını açıklıyoruz! http://www.dipnot.tv/4594...
David Copperfield'ten Aref'in gösterisinin orjinalini yayınlıyoruz http://goo.gl/fb/GpSzy

Yok efendim aslında kutunun içinde bir minyatür fax makinesi varmış da bir arkadaşı orda yazanları fax çekmiş hatta o cihazın fiyatı 3bin küsür dolarmış.

Adam çıktı oraya 10-15 dakika her ne ise şaşırttı mı bizi evet. Görevini yapmıştır o adam. "Evveeeeet bakın bakın nasıl da kaybettim tavşanı şapkada yerine mendil çıkardım" demediği için mi bu kadar sırlarını açıklama kaygısı.

David Copperfield'dan orjinalini gösterecekmiş. Daha önce neden göstermediniz o zaman madem bu kadar ilüzyona meraklısınız. Haberimsi sitesi olarak FemmeCup anlattığınız gibi Aref'ten önce de ilüzyon koysaydınız madem.

Libya'da halk ayaklanmış Kaddafi Sniper ile ayaklananları indiriyor ama haberimsi sitemiz bakın Aref aslında bu şekilde yaparaak hepimizi kandırıyor diyerek ne kadar güncel olduğunu mu gösteriyor. Ya da sözlükteki yazarlar bunlar ne ki diyerek kendilerini mi tatmin ediyorlar?

Aref'in ilk gösterisi


Aref'in ilk gösterisi sonrası çıkan videolar



Aref'in Yarı Final gösterisi


Aref hakkında girilen sözlük entryleri

Perşembe, Şubat 17

Kilo Problemi


Nisan 2009'da oturduğum masaya göbeğim değmeye başladığında kilo vermeye karar verdim. 132 kilo idim o sıralarda. Çalıştığım yerde spor salonu vardı o salona her gün gidip 40 dk. yürüyüş, 20 dk. bisiklet ve mide hareketleri yaptım. Kas yapmak yerine kilo kaybetmek istediğimden sadece spor ve rejim yaptım (zaten kemiklerim yeterince kalın olduğundan kasla birlikte devasa görünürdüm).

8 ay boyunca bu şekilde sadece spor ve rejim ile 40 kilo verdim. 92 kiloya düştüğümde, uzun zamandır görmediğim arkadaşlarım beni gördüklerinde kanser gibi bir hastalıkla cebelleştiğimi düşündüler.

Sporun detayını yukarıda yazmıştım rejimin detayına gelirsek;
Kahvaltı:
3 çorba kaşığı müsli ya da 1 dilim kızarmış ekmek, peynir, domates, salatalık

Öğle:
Protein ağırlıklı: genelde tavuk göğsü ya da köfte ve salata

Akşam:
Yoğurtlu sebze haşlama ya da yine et ve türevleri.

Aralarda ise yeşil elma, ayran, bisküvi vs. den birini tercih ederek midenin çalışmasını sağladım. Kahve, kola, siyah çay kesinlikle kullanmadım. Ayrıca günde en az 2 litre su tükettim. Suyu yemeklerden 15 dakika önce ve yemeklerden 45 dakika sonra tüketmeye dikkat ettim.

Zaten kilo vermek basit matematik işlemidir. Erkekler günde ortalama 2000 kalori yakar ve bunun altında besin tüketildiğinde spor dahi yapmadan kilo verilir. Kadınlarda bu değişkenlik gösteriyor 1800 ile 2100 arası değerlerde oluyor.

Benim yaptığım rejim ortalama 1500 kalorilik bir rejimdi. Sporda da ortalama 500 kalori yakıyordum. 2000'i de vücut istemsiz yakıyor. Yani 1500 alıp 2500 veriyordum. Günde 1000 kalori gidiyordu. 1 kilo yaklaşık 7000-7500 kalori olduğuna göre 7-8 günde bir kilo gidiyordu vücudumdan. Ayrıca terlemeye yardımcı L-Carnitine isimli enzimi kullanıyordum. Bu sayede de vücuttaki su birikintilerini atıyordum. Ayda 8-9 kilo gidiyordu.

Derilerimde sarkmalar meydana gelmeye başladı. Kilo yok ama fazla deriler hala yerlerinde duruyordu. Yüzme ile bunlardan kurtulmaya çalıştım pek başarılı olamadım. Ameliyatla aldırdım fazla derilerimi. Şubat 2010 tarihinde. Fakat ameliyat sonrası nekahet dönemi boyunca tembelliğe tekrar alıştım ve yemeğe de dikkat etmeyince Şubat 2011'de 26 kilo geri gelmişti bile.

Aşağıda bu 26 kilonun müsebbibi bir kaç besini paylaşmak istiyorum.
Öğle yemeklerinde, akşam yemekten sonra yediklerim bunlar. İşte bunlardan tekrar vazgeçtim. Son bir haftadır her gün düzenli olarak 40 dk. yürüyorum. Kilo vermeye tekrar başladım.

Eğer kilonuza dikkat etmek gibi bir niyetiniz var ise abur cuburdan vazgeçin. Fast food olayında ise geleneksel olanları tercih edin. Lahmacun, pide, köfte, kebap gibi. Burada Burger King kalori tablosu var gözlerime inanamadım. Her öğlen yediğim bu ecnebi fast foodu şişirdikçe şişirdi beni. Artık hayatımdan çıkardım onları...


Cuma, Şubat 11

Numara Taşıma

1997 yılından beri Turkcell faturalı hat abonesi idim. Aralık 2010 itibarı ile verdiğim fahiş faturalardan kurtulmak maksatlı Avea'ya geçtim (amacım şebeke reklamı yapmak değil). Numaramı taşıtmadan önce defalarca Turkcell'i arayıp çok fazla fatura ödediğimi belirtip bana uygun olduğunu iddia ettikleri tarifeleri denedim durdum. Son yıllarda minimum 60 lira fatura ödedim (o da numaramı taşıdıktan sonraki kullanmadığım son ayın faturası idi).

Turkcell'de iken faturamın düşürülmesi için yaptığım her görüşmede aslında kullanmadığım ve hasbel kader açılmış olan üyeliklerin parasını ödediğimi son aya kadar öğrenemiştim. SMS Paketi, Mobil TV, Mobil İnternet vs. Bunlardan Mobil İnternet olanı kullanıyordum diğerlerini kullanmıyordum ve açtırdığımı da hatırlamıyordum. Kullanmadıklarımdan her ay ortalama 25 lira benden aldıklarını öğrendim ve numaramı değiştirdim.

İlk ay 13, sonraki ay 23 lira fatura ödedim Avea'ya geçtikten sonra. Çekmiyor, çekiyor umrumda değil ben ödediğim paraya bakıyorum ve kullanmadığım için verdiğim miktarları kullanarak veriyorum.

Bugün öğlen saatlerinde +908053244 şeklinde bir numaradan arandım. Turkcell müşteri hizmetlerinden arıyorlarmış. Konuşma özetle şu şekilde geçti:
-İyi günler Mesut Bey'le mi görüşüyorum.
-Evet buyurun
-Turkcell Müşteri Hizmetlerinden arıyorum. Eğer vaktiniz var ise bir teklifimiz olacaktı.
-Buyurun vaktim var.
-Yakın zamanda numaranızı taşımışsınız, öncelikle faturalı mı yoksa kontörlü hatta mı geçtiniz öğrenebilir miyim?
-Faturalı kullanıyorum.
-Hangi tarife acaba?
-Neden bu bilgileri istiyorsunuz benden?
-Beyefendi, bu bilgiyi istiyoruz çünkü her tarifemizi tek tek anlatıp vaktinizi almak yerine, şu anda bulunduğunuz tarifenin muadili tarifemizi anlatmak istiyorum.
-Anladım, 19'luk tarifeyi kullanıyorum.
-Evet gördüğüm kadarı ile sadece 6 ay boyunca 19 lira bu tarife daha sonra 29 liraya çıkacak.
-Olabilir?
-Şimdi bu tarife ile size 300 dakika her yöne ve hafta sonu şebeke içi 3000 dakika veriyorlar. Bizim de 19 liralık bir tarifemiz var her yöne 250 dakika ve hafta sonları Turkcell'lilerle bedava. Ayrıca 14 yıldır Turkcell kullandığınız için 12 ay geçerli olmak üzere her ay artı 120 dakika Turkcell'lilerle konuşma veriyoruz. Bu tarifemiz kampanya değil tarife olduğu için fiyatı da artmayacak. Ayrıca Turkcell kalitesinde görüşme yapacaksınız.
-Peki anlamadığım nokta şu 300 değil 250 dakika veriyorsunuz ve Turkcell'e geçmemi istiyorsunuz neden geçeyim?
-Beyefendi Turkcell kalitesi.
-Şimdi şöyle diyeyim Avea'ya geçtikten sonra hiç bir kesilme yaşamadım. Haa diyelim ki yaşıyorum Turkcell ile 1 dakikada rahatça anlatabileceğim şeyi, Avea ile telefon açık kalmak şartıyla çeken bir yer araya araya 10 dakikada anlatsam inanıyorum ki daha az öderim. Ayrıca defalarca sizi arayıp faturalarımın fazla geldiğini söylememe rağmen saçma sapan tarifelere geçirip, hiç bir değişikliğin olmamasını sağladınız, bu saatten sonra Turkcell'e geri dönmem. Biliyorum çekim kalitenizi ama ayrıca ne kadar paragöz bir şirket olduğunuzu da.
-Fakat beyefendi aylık 120 dakika da vereceğiz? Turkcell'in eski müşterilerinden biri olduğunuz için ve bizim için değerli olduğunuz için 532'li bir numaranın taşınmasına gönlümüz razı olmadığı için böyle bir teklifle geliyoruz.
-Keşke sizin için değerli olduğumu numaramı taşıdıktan sonra fark etmeseydiniz. İlgilenmiyorum teşekkür ederim.

Hatırlayabildiğim kadarı ile konuşma böyle geçti. İş yerimdeki arkadaşım neden uzattın bu kadar istemiyorum de kapat gitsin dedi. Cevap olarak şunu dedim "Turkcell'den diğer şebekeyi arıyor, biraz da onlara girsin diye uzattım".

Salı, Şubat 8

İşletim Sisteminin Dini Olur mu?

Geçenlerde Windows'un dil seçeneklerinin yanısıra din seçeneği de olsun diye bir fikir gelmişti aklıma. Geyik konusu olabilecek bir durum. Dil seçip ardından da din seçerek uyarı mesajlarını bu dine uygun şekilde veren bir işletim sistemi hayal etmiştim.

"İşlem cevab veremedi",
"De ki; bellek okunamadı",
"Şüphesiz ki bu CRC kontrolü sırasında akıl sahipleri dosyalarının düzgün olduğunu gördüler",
"x kullanıcısından bir müjdeci mektub alındı"gibi.

Düşünürken komik geldi. Yazarken de hala komik. Fakat bunun gerçekten de var olduğunu bugün öğrendim. İslami Linux yapılmış. Sabily Linux: Ubuntu Muslim Remix.

Komedi gibi; Müezzin, Kuran, İslamik Quiz, gibi botları olan bir işletim sistemi. Tamamen manyaklık. Muhammed bugünleri görecek olsaydı herhalde peygamberlikten istifa ederdi.

Ben sadece Türkiye dinle bozmuş durumda diye düşünürken; tüm dünyanın dinle bozduğunu görüp aslında hatanın bizde olmadığını farkediyorum. Yahudi, Hristiyan, Budist işletim sistemleri için neden çalışma yok? Onlar da olsun lütfen eğlencem tavan yapsın.

İşletim sistemini indirip kurmadım ama isteyene mani de olmam aha size Ubuntu Muslim Remix. İlk bakışta bir DJ performansı ismi gibi duruyor. 

Pazar, Şubat 6

RTE Medyası

8 yıl içerisinde hükümet eli ile o kadar çok baskı politikası uygulandı ki ülke üzerinde; "yandaş" olmayanlar bir bir eritilmeye, ezilmeye, yok edilmeye çalışıldı. O kadar az kaldı ki muhalif insan, kurum, medya.. halkın olan biteni görmesi hep sekteye uğratıldı, iktidar hep her şeyi doğru yaptı zannedildi.

Başbakan'ın önüne geleni azarladığı bir ülke oldu bu ülke. Kendisini eleştirene tahammül edemeyenlerin başında olduğu bir ülke artık Türkiye. Ekonomi düzeldi diye nutuklar atıyorlar, milli gelirimiz şöyle yükseldi böyle tavan yaptı, enflasyon şöyle dibe vurdu, bakın bakın nasıl da duble yollar yaptık deyip durdular. Milli gelir artmış görünüyor ama ben bu gelir daha azken daha çok para tutabiliyordum elimde, artık maaş geldiğinde bitiyor eskiden 50-100 bir şey kalırdı. Enflasyon düşmüş görünüyor ama her şey çok pahalılaştı. Flüt hariç o da İbrahim Tatlıses'in ünlü flüt isteyen oğluna flüt alamayan baba rolüne üzülünüldüğü içindir. Duble yol dediler ben sadece İzmir-Susurluk arasındakine şahit oldum. Gece o yolda gidiyorsanız yol üzerindeki oklara sakın bakmayın, defalarca kaza tehlikesi atlattım. Yolu yapmışlar eski çizgiler duruyor: kimi yerde olmayan bir yöne doğru sizi sürüklerken, kimi yerde de size yanlış yönden gittiğinizi zannettiriyor. Hızlandırılmış tren var bir de gelir gelmez yaptıkları hede. Makiniste attılar suçu gitti.

Geçen ay bütçe beklentisini açıkladılar. Bütçe beklentisinin çok büyük bir kısmı vergiler; hani şu vergisinin de vergisi sistemi ile toplanan paralar. Bakanlar açıklama yapıyor benzine bu sene indirim yapılmayacak, vergilerde herhangi bir düşüş olmayacak. Sonra itiraf gibi açıklama geliyor: "Gelir vergisinden istediğimiz, beklediğimiz kadar para toplayamıyoruz. Mühendisten doktordan yılda 2000 TL gelir vergisi alırken sadece sigaradan 15000 TL vergi alıyoruz.". Benzinin rafineri çıkış fiyatından tutun da bir paket sigaranın fabrikadan çıkış fiyatına kadar her miktar aslında halk tarafından biliniyor. Peki neden hiç tepki yok? Var olan tepkiler "bertaraf ediliyor" da ondan. Doğmamış çocuklar ölüyor annelerinin karnında bu ülkede sırf başbakanı protesto eden bir bünyede yaşama tutunuyor diye. Koskoca bir spor klübünün taraftarı SUÇLU ilan ediliyor başbakanı ıslıkladı diye. Rock işareti yapan gençler gözaltına alınıyor başbakana işaret çekiyorlar diye. Protesto etme ihtimali var diye gözaltına alınıyor gençler bu ülkede...

Ananı da al git, Sayın Öcalan aldığı kellelerin hesabını veriyor, askerlik yan gelip yatma yeri değildir, her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şart yok, gözünüzü toprak doyursun, hayat seks ve alkolden ibaret değildir, oraya bir ucube yapmışlar yıkılsın, madenciliğin kaderinde var ölmek... dediler durdular 8 yıldır bir dur diyen de çıkmadı çok şükür.

Halkın nasıl uyutulduğunu aslında çok iyi biliyorum. Halkımız tez canlılığından olsa gerek okumayı hiç sevmez. Hele televizyon gibi bir iletişme cihazından daha kolay öğrenme metodu olmadığından izleyerek öğrenmeyi sever. Yorulmaz çünkü bilgiye ulaşmak için. Fakat işte o televizyon denilen zımbırtı ile beyinlerini yıkayıp çitileyip aslında ne halde olduğumuzu göremeyip, padişahımızı çok yaşatıyorlar.

Çok beğendiğim bir karikatür ile yazıma son vereceğim. Yakın gelecekte medya bu karikatürdeki gibi bir hal alırsa (en azından isimleri) hiç de şaşırmayacağım. Karikatür yeterli büyüklükte değil okunamayabilir diye altında tek tek yazmaya çalıştım karikatürdekileri. (Bilim ve Tayyip'in üstündeki kısmı ben de okuyamadım)
Cosmoperdoğan: Kadınlar konuştu Tayyip'e hastayız ama namuslu olduğumuz için çaktırmıyoruz. Erdoğan Kadın kısmı poz vermez.
TayChip
RTETarih: TÖ(Tayyipten Önce) / TS(Tayyipten Sonra). Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Tayyip.
Tayyibet: Çocuklar için Tayyibimi seviyorum kitabı herkese. İki Günde Bir Bıyık Traşı Tayyip Erdoğan bıyıklarını iki günde bir kestiğini söyledi. Türkiye Tayyibindir. Komutan Momutan dinlemiyor balyozu kafaya indiriyor. Ergenekon operasyonunda eline geçen balyozu çekinmeden önüne gelene vuran Erdoğan, "daha çok kafa yarılacak" dedi.
Bilim ve Tayyip: Tayyip maymundan gelmiş olamaz. Evrim Yalandır.
Receptayyet: Kurucusu tabiki Recep Tayyip Erdoğan. Tayyipten İşçiye Büyük Kıyak: Tayyip Erdoğan arsız tekel işçilerini kazığa oturtmayacağını açıkladı....öyle iyi bir başbakanımız var ki o kadar olur yani. AKParti'nin birbirinden süper icraatları 7.sayfada. 4 yıl sonra anasını da aldı gitti: sayın başbakanımızın direktifine karşı koyan gafil vatandaş, dört yıl sonra yola geldi, anasını da aldı ve gitti.
Uykusuztayyip: Erdoğan bir kral olabilse çok hoş olacak... Tayyip ne güzel kıral di mi? Evet öyle. Tayyip (kendim çizdim).
Tayybah: 30 kupona Tayyip bıyığı. Tarkan Tayyip oldu: Uyuşturucudan içeri giren Tarkan öyle tırstıki; Tayyip bıyığı bırakmakla kalmadı, ismini de Tayyip olarak değiştirdi...Doğalgaza %500 Zam Halk Sevinç İçinde: Doğalgaza yapılan %500 zamdan sonra, devlet çok para kazanacak disevinin halk sokağa döküldü.

Prensesin Uykusu


Çağan Irmak filmlerini severim. Yeni dönem Türk sinemasının en yetenekli yönetmen, senaristlerinden biri olarak görüyorum Çağan Irmak'ı. Denenmemişi deneyen, denenmişi farklı yorumlayan bir yönetmen.

Prensesin Uykusu filmi gerçekten de denenmemiş bir sürü öğe barındırıyor bünyesinde. Aziz karakterinin her zaman gülümseyen yüzünden bir masal diyarına götürüyor bizi bu film. 3 boyutlu animasyonlarından, sinemadaki klişelerle dalga geçilmesine kadar her anı muhteşem olmuş. Ne yazık ki medyada çok fazla yer bulamadığından çok fazla da izlenemedi gibi geldi bana. Babam ve Oğlum gibi sonradan kıymeti anlaşılacak bir film bu. O kadar yalın ve o kadar güzel bir dili var ki filmin ne yazsam eksik kalır.

Aziz isminde bir kütüphane görevlisinin kitaplarla dolu dünyasında, gerçek dünyayla hayal dünyasının harmanlandığı bir modern masal bu film. Bir azizin gerçekten de aziz olabilmesi için 3 mucize gerçekleştirmesi gerektiğini Val Kilmer'ın Saint filminden öğrenmiştik. Bizim Aziz de küçük bir kız çocuğunun 3 dileğini gerçekleştirmeye çalışıyor.

Her karakter kendi içinde ayrı bir film barındırıyor ve o kadar güzel harmanlanmış ki bu karakterler ortaya 1 saat 41 dakikalık görsel bir şölen çıkmış.


Sinemada yönetmenin hayal dünyasından içeriye Alice'in tavşan deliğinden inmesi misali girmemizi sağlayan Tim Burton'ın Türk versiyonu olmuş bir nebze Çağan Irmak bu filmle. Umuyorum yeni filmlerinde daha fazla hayal, daha az gerçek olur da beyninden geçenleri perdede görebiliriz.

Fragmanı

Prensesin Uykusu Fragman
Yükleyen imedebe. - Filmler ve diziler Dailymotion'da